HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


15 Şubat 2018 Perşembe

BİN AYNALI DAĞ - DÜŞÜNDÜĞÜN GİBİ - SEN NE AĞACISIN?


   ÜÇ HİKAYE, TEK MESAJ...




1. HİKAYE: BİN AYNALI DAĞ


Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ´Bin aynalı dağ´ denilen bir dağ vardı. Bu dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yaşayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sonra da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı.
Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.
Nihayet gün karardı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı. Dağdan inerken kendi kendisine; "Burası harika bir yer! Buraya sık sık geleceğim" diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat daha arttı...
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar gelip de yukarıya baktığında, şikâyete başlamıştı bile. Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını öne eğmişti. Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı. Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaçarak inerken kendi kendine; "Burası korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim." diyordu.
Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile.
Levhada şöyle yazıyordu:
"Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde; hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz..."



2. HİKAYE: DÜŞÜNDÜĞÜN GİBİ


Bir yolcu, yolun kenarındaki tarlasında çalışan yaşlı bir köylüyle karşılaştı. Biraz dinlenmek isteyen yolcu, köylüyü selamladı ve onun da bir iki dakika nefeslenmek için doğrulduğunu gördü. Belli ki yaşlı köylü de biraz sohbet etmek istiyordu.
 “ Sizin köyde nasıl insanlar yaşar?” diye sordu yolcu.
 “ Peki, senin geldiğin yerde ne tür insanlar var?” diye soruyla karşılık verdi yaşlı adam.
 Çok kötülerdir. Hepsi sorun çıkartırlar, üstelik tembeldirler. Dünyanın en bencil ve güvenilmez insanları benim şehrimde yaşar. O sahtekârlardan kurtulduğum için ne kadar sevinçliyim bilemezsin!”
“Öyle mi?” dedi yaşlı köylü yolcuyu süzerek. “Şey, korkarım bizim köyde de aynı türden insanları bulacaksın.”
Hayal kırıklığına uğradığı belli olan yolcu oradan ayrıldı, köylü de işine döndü.
Aradan çok geçmemişti ki, köylü aynı yönden başka bir yolcunun gelmekte olduğunu gördü. O da selam verdi. Köylü onunla da laflamak için işine ara verdi. Bu yolcu da bir öncekiyle aynı soruyu sordu:
Sizin köyde ne tür insanlar yaşar?”
Ve köylü ona da aynı soruyla karşılık verdi:
Peki senin geldiğin yerdeki insanlar nasıldı?”
Onlar dünyanın en iyi insanlarıydı. Çalışkan, dürüst ve dost canlısı. Onlardan ayrıldığım için o kadar üzgünüm ki.”
“ Korkma” dedi köylü. “Bizim köyde de benzer insanlar bulacaksın.”




3. HİKAYE: SEN NE AĞACISIN?


İki köylü tarlalarında; biri domatesleriyle meşgul, diğeri kavunlarıyla... Öğle vakti yaklaşırken birkaç domates seçip getiriyor ilk köylü. “Komşu, yemeğine katık edersin” deyip kavun tarlasının köşesine bırakıyor... İkisi de memnun...
Sonraki gün tekrar domates koyuyor ilk köylü sınıra; “Komşu, afiyet olsun” diyerek. İkisi de mutlu... Daha sonraki gün gene birkaç domates var sınırda ve sonraki gün ve ardından sonraki günler de...
Kavun tarlasının sahibi acaba kaçıncı gün bu ikramlara mukabelede bulunur? O da kendi tarlasından bir kavun getirip koymaz mı komşusunun önüne?
Veya kiraz ağacının sahibi olan bağcı, komşusunun erik ağacının dalına bir torba kiraz asıyor. Sonraki gün yine ve sonraki gün yine... Diğer ağacın sahibi de acaba erik toplamaz mı kendi ağaçlarından; “Bunlar da benden sana” diyerek...

İnsanlar, iltifatlar ile besleniyorlar...
Fakat en zor da iltifatlarını sunuyorlar karşılarındakilere.

“Arkadaşım, günaydın. Bugün ne kadar güzel ışıldıyor gözlerin..." 
"Birader, böyle tıraş olmuş ve kravat takmış halinle çok profesyonel görünüyorsun...”
“Hanımefendi, dün giydiğiniz elbise size ne kadar da yakışmıştı...” Peki aynı kişi, aynı zamanda: “Yahu kadın, bugün giydiğin bu rezil kıyafet de ne” diyebilirdi! O zaman bu hanım nasıl cevap verirdi ve acaba bu sözü kaç sene bir sivri çivi gibi gezdirirdi ciğerinde?
“Aferin sana, çünkü kuşlara su koymayı ancak akıllı çocuklar düşünebilir..."
"Hey gençler, bugün ne kadar enerji dolusunuz..."
"Efendim, sizin ‘günaydın’ deyişinize bayılıyorum, günaydın...”

Bizim ihtiyacımız ne idi; bizler de insan olduğumuz için güler yüz, iltifat ve birkaç iyi söz... 
Peki bunu ne zaman alabiliriz karşımızdaki insanlardan?
Verdiğimiz zaman!


***************


"Sana nasıl davranmalarını istersen, sen de başkalarına öyle davran. Fakat ilk iyi davranışı sen yap." David Hume

"ÖNCE SEN BAŞLA VE BUNDA ACELE ET. Sen başlamazsan muhatabın başlar. İyi başlarsa sevap fırsatını kaçırmış olursun, kötü başlarsa iyiye yöneltme fırsatını kaçırmış olursun." Saliha Erdim


1 Şubat 2018 Perşembe

BU DA GEÇER YA HU - YAŞLI ADAM VE BEYAZ ATI - BİLGELİK HİKAYELERİ

Bu da Geçer Ya Hû!   

“İyi günler de gelir geçer, kötü günler de...” Firdevsi

Not: Yüzükteki yazı, alttan da üstten de aynı şekilde okunuyor...

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler. 
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hİçbİr şey olduğu gİbİ kalmaz. Bazen görünen, gerçeĞİn ta kendİsİ değİldİr.  Bu da geçer

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir’den söz eder.  “Haa o Şakir’mi?” der köylüler,  “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…”


Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır:
“Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.  Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bİr yüzük kİ, mutsuz olduğunda umudunu tazelesİn, mutlu olduğunda İse kendİsİnİ mutluluğun tembellİğİne kaptırmaması gerektİğİnİ hatırlatsın Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş,  Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu.  Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.

‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı, bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.

Yukarıdaki yazı, Bilgelik Öyküleri kitabından alıntıdır...

 “Bu da geçecek… Çok güzel deyiştir bu. Zira kötünün bir şekilde daima gideceğini ve ayrıca iyi dönemlerin tadını çıkarmamız gerektiğini biliyorsunuzdur; çünkü onlar da geçecektir.” TOWNSEND

“Hayatın her mevsiminin tadını çıkar. Kışın beyaz güzelliğinin de, yazın sıcak ve nemli günlerinin de zevkini çıkar. Her mevsim, her gün, her an gelir geçer ve hiçbiri asla birbirinin aynı ya da tekrarı değildir. Kış soğuğunun ortasında yazı, yazın bunaltıcı sıcağında kışı özlemek yerine, her mevsimi kendi güzelliğiyle kabul et.” Dan Millman


"Sana bir iyi bir de kötü haberim var: İyi haber, kötü olan her şeyin bir sonu var; kötü haber, iyi olan her şeyin bir sonu var!" Mümin Sekman


Aşağıdaki güzel hikayenin de benzer bir mesajı olduğunu düşünüyorum:



YAŞLI ADAM VE BEYAZ ATI

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki… Kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş; ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, sadece bir at değil benim için, bir dost aynı zamanda. İnsan dostunu satar mı?” demiş. Bir sabah kalkmışlar, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp” deyin. “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.

Aradan 15 gün geçmiş ve at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler. “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.”

 “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.”

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ancak içlerinden “Bu ihtiyar sahiden saf” diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini sağlayan oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.

 “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağını asla bilemezsiniz”

Birkaç hafta sonra düşmanlar hanedanlığa çok büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere gönderme emrini vermiş. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması,şanssızlık değil şansmış meğer…”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece ilahi adalet biliyor.”

Yaşlı ihtiyar öyküsünü şu nasihatle tamamlıyor:

“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Lao Tzu