HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


18 Ekim 2017 Çarşamba

MEHMET AKİF ERSOY "İNMEMİŞTİR HELE KUR'AN BUNU HAKKIYLA BİLİN..." - "BÖYLE GÖRDÜK DEDEMİZDEN!"



MEHMET AKİF ERSOY'UN SAFAHAT ESERİNİN, SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜNDE BÖLÜMÜNDEN HARİKA BİR ALINTI:

(Şiirin hemen altında, günümüz Türkçesi ile yazılmış metni bulabilirsiniz.)

“Böyle gördük dedemizden!” sözü dînen merdûd;
Acaba sâha-i tatbîki neden nâ-mahdûd?
Çünkü biz bilmiyoruz dîni. Evet, bilseydik,
Çâre yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
 “Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlâli
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hâli,
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’ân’ın:
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma’nânın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!

*******

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE:

“Böyle gördük dedemizden!” sözü dinde geçersizdir;
Böyleyken acaba uygulama alanı neden sınırsızdır?
Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik,
Mümkün değil, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
“Böyle gördük dedemizden!” diye diye çöken,
Yok olan bir sürü milletlerin durumu neden,
İbret olmaz bize, her gün ezbere okuduğumuz halde!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı önemseniyor yalnız, anlaşılan, Kur’an’ın:
Çünkü hiçbirimiz üzerinde durmuyoruz mananın:
Ya açar Kur’an’ı Kerim’in, bakarız yaprağına;
Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!

(Kaynak:"Safahat-Orijinali ve günümüz Türkçesi" kitabı, sayfa:336-338)

 Lafız: Söz, kelime demektir...


ÇOK DEĞERLİ ŞAİRİMİZİN DİNLE İLGİLİ BİR ŞİİRİNİ OKUDUĞUNUZDA, ORADAKİ BİLGİLERE GÜVENİN! 
ÇÜNKÜ "KUR'AN ŞAİRİ" LAKAPLI MEHMET AKİF ERSOY'UN ŞİİRLERİ, MUTLAKA KUR'AN AYETLERİNE UYGUNDUR; ASLA KUR'AN'A TERS DÜŞEN HURAFE YÜKLÜ BİLGİLER İÇERMEZLER!
(Yukarıdaki şiirine Kur'an'dan destek veren ayetlerin bir kısmını aşağıya aldım. Sadece bunları okumak bile, şiirlerinin güvenirliğini ispat için yeterli olacaktır...)

Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeyi akıl yoluyla kavrayamıyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler?!BAKARA 170

“Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür-görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder. Böylelerine, ‘Allah'ın indirdiğine uyun’ dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?” LUKMAN 20,21

“Onlara, Allah'ın indirdiğine ve resule gelin dendiğinde şöyle derler: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter." Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi? Ey iman edenler! Siz, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz, doğru yolda oldukça sapmış olan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size neler yapıyor olduğunuzu haber verecektir.” MAİDE 104,105

"Gün olur, gök, bulutlarla yarılır ve melekler ardarda indirilir. O gün gerçek mülk ve yönetim Rahman`ındır. Ve o, kâfirler için çok zorlu bir gündür. O gün zalim, ellerini ısırarak diyecek ki: “Ne olurdu, resulle birlikte bir yol tutsaydım. Ah, ne olurdu, falancayı dost edinmeseydim. Zikir/Kur`an bana geldikten sonra, o saptırdı beni ondan. Şeytan, insan için bir rezil edicidir.Resul de şöyle der: “Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur`an`ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."" Furkan Suresi 25-30. ayetler

''Şu bir halis mümin ki Kur'an okur ve onun gerekleriyle amel eder. O, tadı güzel, kokusu güzel turunç gibidir. Şu bir MÜMİN de Kur'an okumaz, fakat gerekleriyle amel eder. Bu da tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur'an okuyan fakat gerekleriyle amel etmeyen MÜNAFIĞIN benzeri de, kokusu güzel fakat acı reyhan otu gibidir. Kur'an okumayan ve gerekleriyle amel etmeyen münafığın benzeri de tadı acı ve kokusu da kötü Ebu Cehil karpuzu gibidir.”
……………………………………..   (Hadis-i Şerif - Buhari-Müslim'den)

"Kur'an insanlara, onunla amel etmeleri için gönderildi fakat insanlar onun kıraatini(okunuşunu) amel edindiler."
                                                                                       Hadis-i Şerif

"Kur'an'ın inmesinden maksat, insanların güzel huylar kazanmasıdır; yazılı sureyi kurallarıyla okumak değil."
                                                                                       Sadi-i Şirazi


Sema'dan SEMAya not: Bu harika şiiri günümüz Türkçesine çevirip anlamamızı kolaylaştıran Beyan Yayınlarına buradan tekrar teşekkür ediyorum ve Safahat (Orijinali ve günümüz Türkçesi) kitabını, hepinize hararetle tavsiye ediyorum arkadaşlar...

SAFAHAT'TA KADER KONUSUNU İŞLEYEN HARİKA ŞİİRLER İÇİN LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ

16 Temmuz 2017 Pazar

DAVUD PEYGAMBER VE 99 KOYUN KISSASI - DAVUD PEYGAMBER VE KOYUN SAHİPLERİ KISSASI - DAVUD PEYGAMBER KISSASI - DİNLE İLGİLİ YAZILAR

SANI KONUSUNA DİKKAT! SANIYA UYMA HAKKA UY!



Kur’an-ı Kerim meali okuyanlar bilirler, Sâd Suresi (21-26). ayetlerde Davûd Peygamber’in koyun sahibi iki davacıyla ilgili kıssası anlatılır. Beni bu yazıyı yazmaya itense, bu kıssanın sözde açıklaması sırasında çoğu yerde kullanılan o çok çirkin ve iftira dolu cümlelerle karşılaşmış olmamdır. Kendimi bir Kur’an okuru olarak Allah’a ve Davûd Peygamber’e karşı borçlu ve sorumlu hissettiğim içindir ki haddim olmasa da bu yazıyı yazıyorum. (Bir yandan da Allah hakkında bilmediğim şeyler söylemekten Allah’a sığınıyorum, çünkü A’râf 33’ten öğrendim ki bunu yapmak haramdır.) (Not: Aşağıdaki açıklamanın altında, konuyla ilgili ayetleri de okuyabilirsiniz.)

Kıssayı okuyan çoğu kişi eminim ki ilk anda “Eee, burada günah olan ne ki? diye düşünmüştür. Böyle düşünüyoruz, çünkü biz de tıpkı Davûd Peygamber’in ilk anda yaptığı gibi sanı ile hareket ediyoruz. İçimizden gelen ilk duygu ve düşünce, bizi hemen “fakir”den yana tavır almaya itiyor; öyle ki, “tartışmada bana GALİP geldi” cümlesini adeta işitemez- anlayamaz oluyoruz.  


Gerçekte 99 koyunu olan adam, diğerinin 1 koyununu zor kullanarak veya tehdit ederek almamış; SÖZLÜ tartışmada GALİP gelerek KAZANMIŞ! Doğrusunu Allah bilir elbette, belki bir tür iddiaya girdiler, kim kazanırsa diğerinin bir koyununu alacaktı ve iddiayı “zengin” olan kazandı. Bu durumda hakka uygun olan hüküm nedir?(ki 22. ve 26. ayetlerde bu konuya vurgu var. Yani aramızda "hak ile hükmet" sözü özellikle vurgulanmış) Adamın 99 değil de, 2 koyunu olsaydı yine onu suçlar mıydık? Galip gelmiş işte! Fakiri korumak için bile adaletsizlik yapılamaz. (Bununla ilgili ayet var çünkü. Nisa 135. ayeti aşağıya yazdım. Her konuda Rabbimizden gelen hakka yani ayetlere uymalıyız, kendi içimizden gelen istek ve duygulara değil!)


Koyun sayısını değiştirerek aynı olaya bakarsak, duygularımızın ve kararımızın değiştiğini açıkça görebiliriz. Davanın en başında koyun sayısı hiç belirtilmemiş olsaydı sizce hüküm aynı mı olurdu? Ya da eşit sayıda koyunları olsaydı veya birinin 15, diğerinin 14 koyunu olsaydı bu durumda içinizden geçen duygunun ve başlangıçta tereddütsüz onayladığınız hükmün değiştiğini fark edebiliyor musunuz? Hele hele, şikayet edenin 30 koyunu, diğerinin sadece 1 koyunu olsaydı, bu sefer nasıl hüküm vermek geçerdi içinizden? Düşününce şunu görüyoruz ki koyun sayısı değiştiğinde, içimizden geçen duygu ve düşünceler değiştiği için hükmümüz de değişiyor ve bir anda taraf tutmayı bırakıyor ya da tarafımızı değiştiriveriyoruz. İşte bu da açıkça, hakla değil duygularla karar verildiğini bize ispat etmez mi? Oysa istenen ve beklenen şey hakka uygun hükümdür. Bu hüküm, kişilerin sahip olduğu koyun sayısına göre değişmez. 

Ayrıca, "Kardeşim" diye bahsedildiğine göre bu insanlar belli ki birbirlerinin can düşmanı da değiller. Yine, sadece 1 koyunu olan adamı fakir zannetmekte de yanılıyor olabiliriz. Belki de "kardeşim" diye bahsedilen 99 koyun sahibi adam hayvancılıkla uğraşıyordu ve 1 tane koyunu olan da gerçekte bir çiftçiydi. Belki çok küçük, belki de dönümlerce tarlası vardı ama tek bir koyun peşinde çobanlık yapmakla vaktini boşa harcıyor ve zarara uğruyordu. Bunu gören 99 koyun sahibi, o tek koyundan kurtulması için sözlü olarak diğerini ikna etmiş olabilir. Belki ilk anda söyledikleri mantıklı geldi, ikna oldu ama sonra sözünden döndü ve bu yüzden Davud Peygambere gitmiş de olabilirler. Doğrusunu Allah bilir elbette...
Ama şurası kesin ki Davud Peygamberin günahı (ki 25. ayet ortada bir günah olduğunu onaylıyor) verdiği hükümle ilgiliydi, başka konularla ilgili değildi. Nitekim 25. ayette günahının affedildiği söylendikten sonra, hemen 26. ayette aynı hataya düşmemesi için uyarılıyor: "Artık insanlar arasında hakla hükmet; geçici hevese uyma" deniyor. Yani demek ki hakla hükmetmemiş, başka bir şeyle hükmetmiş!

Nisa 135. ayet der ki: “Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun.  .….”

Bu açık ayete rağmen içine doğduğumuz toplumda çoğumuzun farkında bile olmadan öğrendiği ve “doğru”-“gerçek” kabul ettiği bir sanıya sahibiz: “Her şart altında fakirden yana tavır almak, fakiri koruyup kollamak...Bu düşünce bize adeta süslü görünüyor, işte bu yüzden kıssayı ilk okuduğumuzda “Burada günah olan ne ki?” diye düşünüyoruz. İlk anda hepimiz duygularımızla hareket edip fakirden yana tavır alıyoruz. Oysa Rabbimiz bizi kendi heves, arzu ve duygularımıza değil, Allah'ın ayetlerine uymamız konusunda uyarır. Bir konuda hüküm verilecekse, duygular ve kendi sanılarımız değil o konudaki "hak" yani Allah'ın emri esas alınmalıdır.
Bu surede bence Yüce Allah bizi başından beri, sanılarımızla hareket etmenin yanlışlığı hakkında uyarıyor. Sâd suresi 2. ayette ana fikir (sanı konusu) verilmiş. (4.- 8.) ayetler arasında küfre sapanların sanıları, onların “tırnak içinde” yer alan kendi cümleleriyle örnekleniyor ve bence “sanı konusunu” işleyen Davûd Peygamber kıssasının hemen ardından da 27. ayette konuyu pekiştirmek üzere, küfre sapanların o büyük sanısından bahsediliyor. (Konuyu uzatmamak için ondan bahsetmeyeceğim ama bence (30-40). ayetler arasında, bu sefer de Süleyman Peygamberin yanlış sanısı aktarılarak konu iyice anlaşılsın istenmiş.) Aşağıda kıssayla ilgili ayetler okunabilir.

(Not1:Elbette bu yazdıklarım da benim yanlış sanılarım olabilir, bu nedenle “Allah hepimize hakla batılı ayırt edebilmeyi ve hakka uyanlardan olmayı nasip etsin” diye duacıyım.)

(Not2:Sanı konusu iyi anlaşılsın diye başka bir örnek vermek istiyorum. Mesela insanların en belirgin yanlış sanılarından bir diğeri "hemşehriyi, dostu, arkadaşı her şart altında koruyup kollama, destek çıkma" düşüncesidir. Öyle ki insanlar, suçlu olduğunu bildikleri halde tanıdıkları yakınlarına yardım ve yataklık yaparlar. Oysaki bu bir suçtur ve aynı zamanda bir GÜNAHTIR. Fakat yine de insanlar tarih boyunca çoğunlukla bu sanıyla hareket etmişlerdir. Suçlu da olsalar, tanıdıklarını yardımsız bırakmak insanlara maalesef yanlış görünür, çünkü insanlar kendi duygu ve düşünceleriyle hareket ederler. Yani sanıya uyarlar. Bu konuda sanıyla değil hakka uygun hareket edecek olsalar, yani "Allah'ın emri ne?" diye soracak olsalar, yardım etmek yerine hemen adalete teslim etmeleri gerekirdi. Bu konuya en mükemmel örnek Musa Peygamberin Kasas Suresi (15-17). ayetlerde işlediği anlatılan günahtır. Aşağıya aldığım ayetler dikkatle okunursa görülür ki Musa Peygamber yanlışlıkla adam öldürdüğü için tövbe etmiyor, bir suçluya - sırf hemşehrisi olduğu için- arka çıkmasından dolayı af diliyor, tövbe ediyor.



Kasas Suresi (15-17). ayetler: "Halkının habersiz olduğu bir sırada kente girdi. Orada iki adam buldu, dövüşüyorlardı. Bu, Mûsa'nın halkından, şu da düşmanlarındandı. Kendi halkından olan, düşmanından olana karşı Mûsa'dan yardım istedi. Mûsa ona bir yumruk indirip işini bitirdi. Dedi: "Bu yaptığım, şeytanın amellerindendir. İnsanı saptıran açık bir düşmandır o. Rabbim, öz benliğime zulmettim, beni affet" diye yakardı da Allah onu affetti. Gafûr O'dur, Rahîm O'dur. Dedi: "Rabbim, bana lütfettiğin nimete yemin ederim ki, BİR DAHA SUÇLULARA ASLA ARKA ÇIKMAYACAĞIM.""
(Sanıya uymak şeytanın amelindendir. Çünkü şeytan kendi sanısına uymuş ve Allah'a karşı gelerek Adem'e secde etmemiş ve "Ben ondan üstünüm; beni ateşten yarattın, onu topraktan." demiştir.) )



İLGİLİ AYETLER:
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…
1. Sâd. Zikir/öğüt/uyarı dolu Kur’an’a yemin olsun ki,
2. İş hiç de onların sandığı gibi değil! O küfre sapanlar bir gurur, ayrılık ve bütünden kopuş içindedirler.
3. Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik biz, bağrıştılar onlar, fakat kurtuluş yoktu; geçmişti zaman.
4. Kendi içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldi diye şaşıp kaldılar. Ve şöyle dedi bu nankörler: “Bu adam yalanlar düzen bir büyücü…”
5. “İlahları bir tek tanrı mı yapmış? Bu, gerçekten hayret edilecek bir şey!”
6. İçlerinden kodaman bir grup öne çıktı: “Haydi, yürüyün İlahlarınıza sahip çıkmada kararlı davranın! Gerçek şu ki, istenip beklenen şey budur.”
7. “Öteki millette işitmedik böyle bir şey. Bu bir uydurmadan başka şey değildir.”
8. “Öğüt ve uyarı, içimizden ona mı indirildi?” Hayır, onlar benim zikrimden/ Kur’an’dan kuşkudadırlar. Hayır, onlar benim azabımı henüz tatmadılar.
...........


17. Onların dediklerine sabret! O kuvvet sahibi kulumuz Davûd’u an! O, tespih nağmeleri döktüren bir kul idi.
18. Dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam-sabah birlikte tespih ederlerdi.
19. Kuşlar da toplu halde onunla beraberdi. Hepsi, onun tespih nağmelerine katılırdı.
20. Mülk ve yönetimini güçlendirmiştik. Kendisine hikmet ve hakla bâtılı ayıran söz etme yeteneği vermiştik.
21.Geldi mi sana, o çekişme hikâyesinin haberi? Hani, o hasımlar, duvarı aşarak mihraba ulaşmışlardı.
22.Davûd’un yanına girmişlerdi de onlardan korkmuştu. “Korkma, dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkını çiğnedi. Şimdi sen, aramızda hak ile hükmet, adaletsizlik etme. Bizi yolun denge noktasına ilet.”
23.”Şu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen, onu da bana ver dedi ve tartışmada bana galip geldi.”
24.Davûd dedi ki: “Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır.” Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah’a yöneldi.
25.Biz de ondan o günahı affettik. Katımızdan onun için bir yakınlık ve güzel bir gelecek var.
26. Ey Davûd, seni yeryüzünde halife yaptık. Artık insanlar arasında hakla hükmet; geçici hevese uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmuş olmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır.
27. Biz şu göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Böyle düşünmek, küfre sapanların sanısıdır. Vay hallerine o inkârcıların, ateş yüzünden!
28. Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız?
29. Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler.
                                                                                       22 Haziran 2012 Cuma, S.Ö.E.


BİR KONUDA HÜKÜM VERİRKEN KENDİ DUYGU VE DÜŞÜNCELERİNE, KENDİ SANILARINA GÖRE HAREKET ETME! O KONUDA RABBİNDEN GELEN HAKKA UY!

Bu yazımı daha önce DİNİYAZILAR.COM sayfasında paylaşmıştım, burada da bulunsun istedim. DİNİYAZILAR.COM sitesi, dinle ilgili düşüncelerinizi yazı veya şiir yoluyla paylaşabileceğiniz güzel bir site. Siz de isterseniz kendi düşüncelerinizi rahatça paylaşmak için linke tıklayınız...

4 Haziran 2017 Pazar

ŞAHANE HAYAT - HUZUR VEREN FİLMLERDEN - YAŞAMINI SEV - FİLMLERLE KİŞİSEL GELİŞİM

HAYATINIZDAN MEMNUN DEĞİLSENİZ BU YAZIYI OKUYUN VE BU FİLMİ MUTLAKA BULUP İZLEYİN...

Sema'dan SEMAya NOT: Benim "huzur veren filmler" listemi, sayfanın sağ sütununda en alt kısımda, "TAVSİYE FİLMLER" başlığı altında bulabilirsiniz.




"Eski bir Amerikan filmi izleyecektik. (İt's a wonderful life - Şahane hayat - 1946)

James Stewart’la Donna Reed’in başrollerini paylaştığı film başladı.



Stewart, minik bir kasabadaki fakir bir işadamını oynuyordu.

Çocukluğundan beri bütün hayali dünyayı dolaşmaktı ama art arda gelen olaylar yüzünden kasabasını terk edememiş, sonunda babasının pek de parlak olmayan işini devralmak zorunda kalmıştı.

Sevdiği bir karısı ve çocukları vardı.

Ama işler iyi gitmiyordu.

Borçlar birikmişti.

Yaşadığı hayal kırıklığına bir de borçlar eklenince dayanacak gücü kalmamıştı.

Karlı bir gece arabasına binip, kasabanın biraz ötesinden akan nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olana kadar içtikten sonra kendini köprünün üzerinden atıvermişti.

Stewart sulara düşerken, karanlık göklerden gelen bir konuşma duyuldu.

Tanrı, "ikinci sınıf meleklerden" birine görev veriyordu.

- Eğer bu ümitsiz adama yeniden yaşama isteği vermeyi başarırsan, ben de sana çok istediğin o iki kanadı verir, seni birinci sınıf melek yaparım.

Ve, yeryüzüne tonton, yaşlı bir adam kılığında "başarısız" bir melek düşüyordu.

O güne dek bir türlü verilen görevleri doğru dürüst yerine getiremediği için istediği kanatlara kavuşamayan, kederli bir melekti bu.

Görevi ise çok zordu.

Tümüyle çaresiz, borçlar içinde yüzen, hayallerini kaybetmiş, istediklerinden hiçbirine kavuşamamış, dünyayı gezmek isterken önemsiz bir kasabaya sıkışıp kalmış bir adama hayatı yeniden sevdirecek, onu intihardan vazgeçirecekti.

Melek yeryüzüne indiğinde, bir polis Stewart’ı sulardan çıkarıyordu.

Onu, kendini sulara atmadan önce son içkisini içtiği bara götürüyordu ama orası şimdi çok değişikti.

Serserilerin toplandığı, pis bir batakhane olmuştu.

Kimse Stewart’ı tanımıyordu.

Stewart kasabaya dönüyordu ama orada da eski dostları onun kim olduğunu bilmeyen gözlerle ona bakıyorlardı.

Kasaba bakımsızdı, çirkindi, karanlıktı.

Eski bir okul arkadaşı arka sokaklarda fahişelik yapıyordu.

Karısı ise bir kütüphanede çalışan zavallı bir yaşlı kızdı.

O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek kardeşinin ise bir kilisenin bahçesinde mezarı duruyordu.

Stewart, suya düşmesiyle çıkması arasında geçen bu beş dakikada her şeyin nasıl bu kadar değişebilmiş olduğunu anlayamadan etrafına bakarken "ikinci sınıf melek" yanına yaklaşıyordu.

Ona anlatmaya başlıyordu.

- Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, sen hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun... Sen olmamış olsaydın ne olacaktı, gör...

Kardeşim ne zaman öldü, diye soruyordu Stewart.

- Sen dokuz yaşındayken o kuyuya düşmüştü ve sen onu kurtarmıştın... Ama ben senin doğumunu iptal edince ve sen hiç doğmayınca onu kurtaracak kimse de olmadı... O çocukken öldü.

- Peki sınıf arkadaşım ne zaman fahişe oldu?

- Bir gün o çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu ve sen ona borç vermiştin... Ama sen olmayınca o gece kendini sattı ve sonra fahişe olarak kaldı.

- Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç gözüküyor?

- Çünkü sen babanın yerini aldıktan sonra insanlardan para toplayıp kooperatifler kurmuştun, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti... Sen hiç olmadığın için o kooperatif kurulmadı, o binalar yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı, o inşaatta çalışıp para kazanan birçok insan para kazanamayıp serseri oldu.

Bütün seyircilerle birlikte Stewart da, bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başka insanın hayatına değdiğini, o hayatları varlığıyla değiştirdiğini, en sıradan insanın bile bu hayatta tahmin edemeyeceği ölçüde önemi olduğunu görüyordu.

Tavana asılmış, birçok değişik parçadan oluşmuş oyuncaklar vardır, her bir parça başka bir parçaya dokunarak bir rüzgar yaratır ve oyuncak dönüp durur.

O parçalardan birini çıkardığınızda bütün rüzgarı kesersiniz.

Oyuncak kımıltısız kalır.

Frank Capra’nın bu filminde de, hayatın aynen o oyuncak gibi birbirine değen insanlarla döndüğünü, aradan bir tek insanı bile çıkarıp aldığınızda hayatın dönüşünü etkilediğinizi, birçok olayın farklılaştığını, herkesin sandığından daha büyük bir rolü ve değeri olduğunu anlıyordunuz.

Değersiz ve işlevsiz kimse yoktu.

Stewart, o yaşlı ve tonton "ikinci sınıf" melek sayesinde bu gerçeği görünce intihar etmekten vazgeçiyordu.

Kendisine o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrıyordu.
O intihar etmekten vazgeçince yeniden her şey eskisine dönüyordu.

"Bu muhteşem bir hayat" isimli film, mutlu sonla biterken de gökyüzünde bir "çın" sesi duyuluyordu.

Tonton meleğe, Tanrı çok arzuladığı kanatlarını veriyordu.

Kendimizi manasız ve yararsız bulduğumuz zamanlar vardır.

Değersiz olduğumuzu, sevilmediğimizi düşünürüz.

Hayal kırıklıklarıyla dolu hayatımızda neden istediklerimizin hiç gerçekleşmediğini merak ederiz.

Cevaplar ararız.

Bulamayız genellikle.

Cevaplar vardır aslında.

Kendimizi yararsız bulduğumuzda çok yararlı işler yapmışızdır, sevilmediğimizi sandığımızda sevilmişizdir, değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde değerimizi bilenler çıkmıştır.

Birçok hayatı aynı anda kımıldatan o sihirli rüzgarı yaratmakta bizim de farkına varmadığımız büyük bir rolümüz olmuştur.

Eğer Tanrı "ikinci sınıf" meleklerinden birini bize gönderse ve bizsiz bir hayatın nasıl olacağını gösterseydi, sanırım hepimiz kendimize de hayata da başka türlü bakardık.

Hatta o melek bize "istediklerimiz gerçekleştiğinde nasıl bir hayatımız olabileceğini" gösterseydi belki istediklerimizin gerçekleşmemesi için dua ederdik.

Bu muhteşem bir hayattır.

Cevabı ve sırrı kendi içinde saklıdır.

Ve o hayatı hep birlikte yaparız.

Bazen rolümüzden şikayet ediyorsak, bu da rolümüzün kıymetini bilemememizdendir." 
Kaynak: Yukarıdaki şahane yazı, Ahmet Altan’ın 22 Ocak 2006 tarihli köşe yazısının bir bölümüdür.     

(Sema'dan SEMAya NOT: Yukarıdaki yazıda bahsedilmeyen ama bence çok önemli bir nokta var: Tam film başlarken, yeryüzünün küçük bir kasabasının farklı farklı evlerinden, aynı kişi için gökyüzüne,  uzayın derinliklerine -tabiri caizse Allah katına- yükselen duaları duyuyoruz. Adeta bir dua bombardımanı, gökteki melekler tarafından büyük heyecanla karşılanıyor. Filmin kahramanı için aynı gece birbirlerinden habersiz bir şekilde eşi, çocukları, annesi ve kasabadaki pek çok insan içtenlikle dua ediyorlar ve belki de sırf bu nedenle bir yardım meleği yeryüzüne gönderiliyor. Bence bu çok etkileyici bir sahneydi, söylemeden geçemedim.)

12 Mayıs 2017 Cuma

KÜÇÜK DAVRANIŞLAR BÜYÜK FARKLAR YARATIR - "GÜNAYDIN BAY MÜLLER"

HAYAT KURTARAN "MERHABA"!!!!

1930’larda bir Polonya kasabası olan Prochnik’in saygın Baş hahamı Samuel Shapira, kırlık bölgede insanı dinç tutan yürüyüşlere çıkmayı adet edinmişti.

Sıcak, sevgi dolu ve merhametli kişiliğiyle tanınan Haham, yürürken Yahudi olsun olmasın herkese selam vermeye dikkat ederdi.

Günlük yürüyüşlerinde sürekli karşılaştığı insanlardan biri de, çiftliği kasabanın dışında olan Bay Müller adında bir köylüydü. Haham Shapira, tarlasında harıl harıl çalışan çiftçinin yanından her sabah geçerdi.

Haham başıyla selam verir ve güçlü bir sesle “Günaydın Bay Müller,” derdi.

Haham sabah yürüyüşlerine başlama kararı alıp da Bay Müller’i ilk kez bu şekilde selamladığında, çiftçi soğuk bir bakışla arkasını dönmüştü. Bu köyde, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasındaki ilişkiler iyi değildi; dostluklarsa çok nadirdi. Fakat Haham yılmadı. Günlerce Bay Müller’i içten bir merhabayla selamladı. En sonunda çiftçi Haham’ın içtenliğine inanmış, onun selamlarına şapkasını eğip gülümseyerek cevap vermeye başlamıştı.

Bu olay yıllarca sürüp gitti. Her sabah Haham Shapira, “Günaydın Bay Müller!” diye sesleniyor ve Bay Müller şapkasını eğip, “Günaydın Bay Haham!” diyerek karşılık veriyordu, ta ki Naziler gelene kadar.

Haham Shapira ve ailesi, köydeki diğer tüm Yahudilerle birlikte toplama kampına götürüldüler. Shapira sürekli, bir toplama kampından diğerine sürülüyordu. En sonunda, onun son durağı olacak Auschwitz’e getirildi.

Trenden inip yere ayak bastığında, seçmelerin yapıldığı sıraya girmesi emredildi. Sıranın arkasında beklerken, uzakta kamp komutanının sopasıyla sağı solu işaret ettiğini gördü. Sola işaret ölüm anlamına geliyordu; sağ ise vakit kazandırıyor, hatta kurtuluş anlamına geliyordu.

Kalbi hızla çarpıyordu. Sıra ilerledikçe komutana daha da yaklaşıyordu.

Sıra ona gelmekteydi. Karar ne olacaktı; sağ mı sol mu? Keyfi kararıyla onu alevlere atacak olan seçmeden sorumlu adamın yanına varmasına bir kişi kalmıştı. Bu nasıl bir adamdı? Binlerce insanı bir günde kolayca ölüme gönderebilen bu adam nasıl biriydi?

Korkmasına rağmen sıra ona geldiğine cesur bir şekilde komutanın yüzüne baktı.

O anda ikisinin de bakışları birbirine kenetlendi. Haham Shapira, komutana doğru yaklaştı ve yavaşça “Günaydın Bay Müller!” dedi. Bay Müller’in soğuk ve hiçbir hissin okunmadığı gözleri bir an için seğirdi. O da alçak sesle, “Günaydın Bay Haham!” diye cevap verdi.

Daha sonra sopasıyla işaret edip güç bela fark edilen bir baş selamıyla bağırdı:

‘Sağa!’

Yaşama…!

Basit bir ‘ merhaba’ nın hayat kurtarabileceğini kim düşünür?

Bazı küçük – ya da bize göre basit ve küçük - olan davranışlar büyük sonuçlar doğurabilir.

Haham, kurtuluşunun tohumlarını, başkalarının önemsiz bir köylü dediği adama yıllarca neşeyle selam vererek atmış oldu. Bir gün kaderini bu çiftçinin belirleyeceğini düşünebilir miydi?

                                ***************************

Aynı konuyu işleyen aşağıdaki güzel alıntıyı bulunca, buraya eklemekten kendimi alamadım. Üstteki yazıyı beğendiyseniz, eminim bu da hoşunuza gidecektir.



HAYAT KURTARAN GÜLÜMSEME…

Düşman tarafından esir alınmıştım. Bulunduğum hücre kapkaranlıktı. Gösterilen kötü muamele ve kötü bakışlardan, ertesi gün idam edileceğimi anlamıştım. Evet, öldürüleceğimden kesinlikle emindim artık. 
Bu durum beni aşırı derecede asabi yaptı, çıldıracak gibiydim. Gözlerinden kaçan bir sigara bulabilirim amacıyla ceplerimi karıştırıyordum. Bir tane bulmuştum sonunda ama hiç kibritim yoktu, hepsini almışlardı.
Hücredeki parmaklıkların arasından gardiyana baktım. Benimle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Tabii ne de olsa hiç kimse bir cesetle göz göze gelmek istemezdi.
Aniden ona: "Ateşiniz var mı?" diye seslendim. Bana baktı, yerinden kalktı ve sigaramı yakmak için yaklaştı. 

Yaklaştı, sigaramı yaktı ve o anda göz göze geldik. Ona gülümsedim.
Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Belki sinirden, belki de biriyle bu denli yaklaşınca gülümsemeden durmak zor olduğundan. İşte her ne ise ve ne sebepleyse, ona gülümsedim. O anda sanki iki yürek, iki insan ruhu arasındaki boşluk doluverdi.
Bunu yapmak istemediğini biliyordum ama benim gülümsemem engelleri aştı ve onun dudaklarında da hafif bir gülümseme belirdi. Sigaramı yaktı ve yanımda kaldı. Gözlerime baktı ve gülümsemeye devam etti. Ben de ona gülümsemeye devam ettim. Şimdi onun gardiyan değil de bir insan olduğunu düşünüyordum. Artık onun bana bakışlarında bir başka boyut vardı. Aniden bana:
"Çocukların var mı?" diye sordu.
"Evet, işte buradalar." dedikten sonra cüzdanımdan titreyen ellerimle resimlerini çıkarmaya çalıştım. O da bana kendi ailesinin resimlerini gösterdi ve gelecekle ilgili planlarından ve amaçlarından söz etmeye başladı, gözlerim yaş içinde kalmıştı.
Ailemi bir daha hiç göremeyeceğimi düşünerek korkuya kapıldığımı, çocuklarımın büyüdüklerini görememe düşüncesinin beni deliye çevirdiğini söyledim. Onun da gözleri yaşlarla dolmuştu artık.
İşte tam o anda bir tek kelime bile etmeden hücrenin kapısını açtı ve beni serbest bıraktı. 

Önce hapishaneden sonra da arka patikalardan kasabanın dışına kaçmama yardımcı oldu. Sonra da tekrar bir kelime bile konuşmadan arkasını döndü ve oradan uzaklaştı.
HAYATIM BİR TEK GÜLÜCÜKLE KURTULMUŞTU...



9 Mayıs 2017 Salı

HZ. İSA ve KÖR ADAM - ŞÜKRETMENİN ÖNEMİ ÜZERİNE BİR HİKAYE VE ŞÜKÜR AYETLERİ - DİNİ KİŞİSEL GELİŞİM

MUTLU OLUNCA ŞÜKREDİLİR SANIYORUZ; ASLINDA ŞÜKREDİLİNCE MUTLU OLUNUR!

Hz. İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise bars hastalığı olduğu anlaşılıyordu.

Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış şöyle dua ediyordu:

– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!

Hazret–i İsa kötürüm adama yaklaştı:

Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor, bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen? Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen adam dedi ki:

– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O’na şükrediyorum. Halbuki dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü lütfeylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:

– Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbime ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! diye sevinç duaları etmekten kendimi alamıyorum.

Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu kötürüm adama yaklaşan İsa aleyhisselam:

– Ver şu elini öyle ise! diyerek adamın elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.

Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi peygamber değil misin? der.

– Belli olmuyor mu? deyince:

– Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der. Tebessüm eden Hz. İsa:

– Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:

Ey Allah’ın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na bir şükredeyim, diyerek hemen yere iner başını secdeye koyarak der ki:

– Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl ödeyeceğim bu nimetlerin karşılığını?

Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allah’ın Nebisi işaret eder:

– Benim değil şu secdedeki kötürüm adamın elini öpün!

Derler ki:

Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç böyle mutluluk duymadık.

Öyle ise der, tefekkür edin, siz de düşünün. Düşünen insan, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise mahrumiyet duygusunda kalır.

 BU KELİMELERİ HEP KULLANIYORUZ AMA ANLAMLARINI BİLMEDEN… 

ŞÜKÜR: 1)Tanrı'ya duyulan minneti dile getirme. 2)Mutlu bir olay veya durumdan, yapılan bir iyilikten duyulan hoşnutluğu bildirme. 3)Nimete karşı, dil ile ya da hal ile memnuniyetini gösterme. 

MİNNETYapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma; gönül borcu. 

TEŞEKKÜR: Yapılan bir iyiliğe karşı duyulan sevinç ve gönül borcunu anlatma. 

NİMET: 1)Bağış, iyilik, lütuf. 2)Yaşamak için gerekli her şey. 

NANKÖRLÜK: İyilik bilmemek; yapılan bir yardımı, bir iyiliği görmezden gelmek, değerini bilmemek ve hiç yapılmamış gibi yok saymak.

 

 
ŞÜKRÜN ÖNEMİNİ ANLATAN KUR'AN AYETLERİ:

 “Rabbinizin şunu duyurduğunu da hatırda tutun: Eğer şükrederseniz, ben de sizin için mutlaka artıracağım. Ve eğer nankörlük ederseniz hiç kuşkusuz benim azabım çok çok şiddetlidir.” İbrahim 7

"... Şu bir gerçek ki Allah, insanlara karşı çok lütufkârdır; fakat insanların çokları şükretmezler." Bakara 243

"Yemin osun, biz, Lukman’a şu yolda hikmet verdik: Allah’a şükret!” Şükreden kendisi lehine şükreder. Kim nankörlük ederse Allah Ganî’dir, Hamîd’dir." Lukman 12

Biz onu yola kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya nankör.” İnsan Suresi 3. Ayet

"....Gafur'dur O, çok affeder; Şekur'dur, şükredenlere mutlaka karşılık verir." Fatır 30

“…Allah Şekûr'dur, şükredenlere karşılık verir; Halîm'dir, yumuşak ve merhametli davranır.” Teğabün 17

“…Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın! …” İbrahim 6

"... Allah'ın nimetlerini anın ki kurtulabilesiniz." A'raf 69

Anın beni ki, anayım sizi. Şükredin bana, sakın nankörlük etmeyin!” Bakara 152

İnanır şükrederseniz, Allah size azabı ne yapacak? Allah da teşekkür eder, O her şeyi gereğince bilir.” Nisa 147

“…Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.” Ali İmran 144

"... Allah'tan korkun ki, şükredebilesiniz." Ali İmran 123

Rahmetinin bir eseri olarak geceyi ve gündüzü sizin için oluşturdu ki, onda sükûnet bulasınız, O'nun lütfundan bir şeyler dileyesiniz ve şükredebilesiniz.” Kasas 73

“Allah size denizi boyun eğdirdi ki, içinde gemiler O'nun emriyle akıp gitsin, lütfundan istekte bulunasınız ve şükredebilesiniz.”Casiye 12

"….. Ey Davud ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki!" Sebe 13

“Eğer nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, Allah size muhtaç olmayacak bir Gani'dir. O, kulları için inkâr ve nankörlüğe razı olmaz. Eğer şükrederseniz bunu sizin için rızasına uygun bulur. …….” Zümer 7

“Allah, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi yarattı. Gündüzü de aydınlık kıldı. Şu bir gerçek ki, Allah, insanlara her halde lütufkâr davranıyor fakat insanların çokları şükretmezler.” Mümin 61

"Ey Nuh ile beraber taşıdığımız kişilerin soyu! Gerçek şu ki, Nuh çok şükreden bir kuldu." İsra 3

"Senin Rabbin, insanlara karşı gerçekten lütufkârdır; fakat çokları şükretmezler." Neml 73

“O, odur ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı. Ve insanın yaratılışına çamurdan başladı. Sonra onun neslini bir üsareden, hor görülen bir sudan oluşturdu. Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz!Secde (7-9). ayetler

“Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bilmiyordunuz; şükredebilesiniz diye size işitme gücü, gözler ve gönüller verdi.” Nahl 78

“Şanı yücedir o kudretin ki; gökte burçlar yarattı, orada bir kandil ve ışık yansıtıcı bir ay oluşturdu. Geceyle gündüzü, öğüt almak isteyenlerle şükretmek isteyenler için, birbirini izler hale getiren O'dur.” Furkan 61,62

"Ey insanlar, Allah’ın, üzerinizdeki nimetini anın! Allah’tan başka yaratıcı mı var? Sizi gökten ve yerden rızıklandırır. O’ndan başka ilah yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor da yüz geri çevriliyorsunuz?" Fâtır 3

“Andolsun, sizi yeryüzünde yerleştirdik ve sizin için orada, geçiminize yarayacak nimet ve imkânlara vücut verdik. Ne de az şükrediyorsunuz!” A’raf 10

“Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal ve temiz olarak yiyin! Eğer yalnız O'na kulluk/ibadet ediyorsanız, Allah'ın nimetlerine şükredin.” Nahl 114

“Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."” Neml 19

“…. Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir."” Neml 40

“…… Allah, insanlara karşı elbette lütuf sahibidir, fakat onların çokları şükretmiyorlar.” Yunus 60

“Şunu sor: "Bizi bu durumdan kurtarırsa ant olsun şükredenlerden olacağız' diye boyun büküp ürpererek O'na yakardığınızda, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?" De ki: "Ondan da tüm sıkıntılardan da sizi Allah kurtarıyor; sonra siz O'na ortak koşuyorsunuz."” En’am 63,64

“Biz insana, anne-babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet, yiğitlik çağına gelip kırk yıla erdiğinde şöyle der: "Rabbim; beni, bana ve ebeveynime verdiğin nimete şükretmeye, hoşnut olacağın iyi bir iş yapmaya yönelt! Soyum içinde, benim için barışı gerçekleştir. Sana yöneldim ben, sana teslim olanlardanım ben!"” Ahkaf 15


ŞEYTANIN AMACI, BİZİ KEDER VE MUTSUZLUĞA İTEREK 
ŞÜKÜRDEN ALIKOYMAKTIR

Şimdi bakın neden şükredemiyor muşuz? 
Ayetler konuşsun:

"Dedi: “Beni azdırmana yemin ederim ki, ONLARI SAPTIRMAK İÇİN SENİN DOSDOĞRU YOLUN ÜZERİNE KURULACAĞIM. SONRA ONLARA; ÖNLERİNDEN, ARKALARINDAN, SAĞLARINDAN, SOLLARINDAN MUSALLAT OLACAĞIM. BİRÇOKLARINI ŞÜKREDER BULAMAYACAKSIN.” Allah buyurdu: “Çık oradan, yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. ONLARDAN SANA UYAN OLURSA YEMİN OLSUN Kİ, CEHENNEMİ TAMAMEN SİZDEN DOLDURACAĞIM.”" A’RAF Suresi (16-18). Ayetler


"Allah o şeytana lanet etmiştir. Demişti ki o: “Senin kullarından belirli bir pay elbette alacağım. Yemin olsun, onları saptıracağım, onları boş kuruntulara mutlaka iteceğim. …” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana yuvarlanmış olacaktır." Nisa 118, 119




ŞEYTAN İNSANI ŞÜKÜRDEN ALIKOYAR - ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞINI ANLATAN AYETLER İÇİN TIKLAYINIZ

NEFSİ TANIMAK - DOSTU DÜŞMANI İYİ AYIRMAK İÇİN ŞİİR VE AYETLER - TIKLAYINIZ


ŞÜKRETMEK, SADECE DİNİMİZİN TAVSİYESİ DEĞİL ELBETTE; AKLIN YOLU BİR:


ŞÜKRETMEK HEDİYELER arasında en BASİT ama en büyük ÖDÜLLERİ GETİREBİLECEK olandır
Hayatınız İçin Şükredin
Yerine gelmiş her arzu için, olan her yaratım için ŞÜKREDİN.
Hayatın sunduğu olanaklar için, öğrenilen dersler için ve düzeltme ve yeniden deneme şansları için ŞÜKREDİN.
Her buluşma için, her karşılaştığınız insan için, aldığınız her gülümseme için, bir arkadaşla beklenmedik bir karşılaşma veya onunla geçirilen zaman için ŞÜKREDİN.
Teselli zamanları için olduğu kadar hareket ve eğlence için ŞÜKREDİN.
Hayatınıza giren her yeni kişi için ŞÜKREDİN.
Doğanın verdiği bolluk, bereket ve sevinç için, mevsimlerin değişimi için, değişik topraklar için, ayın yükselişi, ısıtan ve iyileştiren muhteşem günışığı için ŞÜKREDİN.
Her özel an için ŞÜKREDİN ve bilin ki hiçbir şey boşuna değildir, her şeyin bir amacı vardır, siz göremeseniz veya anlayamasanız da.
Hayat kendisi bir mucizedir, burada olduğunuz için ŞÜKREDİN ve her gün için müteşekkir olmaya karar verin.
ŞÜKRETMEK, açılıp kendi iç güzelliğini dışarı vuran bir çiçek gibidir.
ŞÜKREDİN ve kendinizin ŞÜKRETME ruhu içinde ortaya çıkışınıza izin verin.
Hiçbir gününüzün ŞÜKRETMEDEN geçmesine izin vermeyin.
ŞÜKRETMEK hediyeler arasında en basit ama en büyük ödülleri getirebilecek olandır.
Olan her şey için ŞÜKREDİN, spirituel ilerlemeleriniz ve takip etmek için tasarladığınız, geçmiş olduğunuz yol için dâhil. Asla o gün olanlar için teşekkür etmeden uykuya dalmayın. Ertesi günün şafağı ve getirebilecekleri için ŞÜKREDİN ve onu özel yapın.

Maggie Erotokritou




ŞÜKÜR
Minnettarlık duyduğum şeyi kendime çekerim.
Öncelikle şükrederim hiç yoktan var olduğum için. O’nun bendeki özüne şükrederim.
Beni özene-bezene yarattığı ve bana akıl verdiği için.
Âlemlerde kimseye vermediğini bana verdiği için; seçme özgürlüğünü!
Aklımda tasarlayabildiğim, plan yapıp-hayal kurabildiğim için.
Bana deney yapma imkânı verdiği için. İstediğim kişi olma imkânını verdiği için. Bazen kadın, bazen erkek. Bazen zengin, bazen fakir.
Deneyebildiğim için. Bana bu deneyleri yapacak bir alan, Dünya ve yaşam verdiği için.
Bana yardımcı olan melekler için. Çevremdeki binlerce çeşit hayvan için.
Biz onlarla birlikte bu yolculuğu yapıyoruz. Kediler, kuşlar, böcekler, atlar ve diğerleri için.
Düşünebildiğim için. Gülebildiğim için. Ağlayabildiğim için. Kahkaha atabildiğim için, çünkü böylece her şey birden anlam kazanıyor. Ağlayabildiğim için, çünkü böylece kirlerimden arınıyorum.
Acılarım ve sevinçlerim için, çünkü onlar benim kalbimin güçlü olmasını sağlıyorlar. Ailem için, çünkü onlarla yalnızlığımı paylaşıyor ve kendi benliğime anlam veriyorum.
Gözlerim için, onlarla çevremi açık, berrak ve renkli görüyorum. Yanlışlarım için şükrederim, çünkü onlar sayesinde öğreniyorum.
Kıyafetlerim için, kitaplarım için, seyrettiğim filmler için, güzel gösteriler için şükrederim. Çocuklar için şükrederim, onlar bana hayatı sevdiriyorlar.
Yeteneklerim için şükrederim, onlar kendime saygı duymamı sağlıyorlar. Aptallıklarım için şükrederim, onlar beni akıllı yapıyorlar. Şükredebildiğim için şükrederim.
Bana acı veren insanlar için şükrederim, onlar sayesinde kendimi tanıyorum.
Ellerim için, kollarım için, ağzım ve burnum için şükrederim. Onlar benim harika araçlarım. Ayaklarım için, onlar beni istediğim yere götürüyorlar.
Dostlarım için şükrederim, onlarla acıları küçültüyor, sevinçleri çoğaltıyoruz. Bana düşmanlık yapanlar için şükrederim, onlar bana kirlerimi gösteriyorlar.
Şükrettikçe çevremde yüksek nitelikli bir alan yaratıyor ve bütün yüksek nitelikli araçları kendime çekiyorum. Mutluluğu, gücü, sevgiyi, neşeyi yaratacak araçları kendime çekiyorum.
Şükrettikçe sağlıklı oluyorum ve gücüm artıyor. Ve yine şükrettiğim için, şükrediyorum. Rüzgâr için, yüzümü yalayıp-geçen esintiye şükür. Ağaçlar için. Yüce dağlar ve küçük tepeler için.
Güneşin sıcaklığı için, içimi ısıtan, aydınlatan güneş ve ay için. Toprağa bastığımda onun yumuşaklığı için. Bulutlar için ve masmavi gökyüzüne şükürler.
Tadabildiğim için. Koşabildiğim ve oturabildiğim için. Her bir eylemi yaparken hissettiğim özgürlük duygusu için.
Etrafımdaki insanlar için. Onların yüzleri, sesleri ve orada oluşları bile anlamlı benim için. Hepsi ayrı bir dünyanın kapılarını açıyor bana. Hepsi bana bir şey öğretiyor.
Üzerinde rahatça dolaştığımız dünya için. Var olduğum için bir kez daha. Hata yapabildiğim için. Seçebildiğim için ve seçimlerimin sonuçlarını yaşadığım için. Duygularım için. Ağladığım ve güldüğüm için şükrederim.
Özel yeteneklerim için. Farkına vardıklarım ve varmadıklarım için. Ve şükrederim, şükredebildiğim için.
R.ŞANAL



GERÇEK ŞÜKÜR, “ÇOK ŞÜKÜR ALLAH’IM” DEMEK DEĞİL, YAŞAMINDAN VE HALİNDEN MEMNUN OLMAKTIR!

Siz "beklemeyi" alışkanlık haline mi getirdiniz? Yaşamınızın ne kadarını bekleyerek harcıyorsunuz? Beklemek bir zihinsel haldir. Temelde, bu sİzİn geleceğİ İstedİğİnİz, şİmdİ'yİ İSTEMEDİĞİNİZ anlamına GELİR
Sİz elde ettİğİnİz şeyİ İSTEMEMEKTE, elde etmedİğİnİz şeyİ İstemektesİnİzdİr.
Her tür bekleyişle siz, bilinçsiz olarak, burada ve şimdi, yani olmak istemediğiniz yer ile projekte edilen gelecek, yani olmak istediğiniz yer arasında içsel bir çatışma yaratırsınız. Bu da şimdi'yi yitirmenize yol açarak yaşam kalitenizi büyük ölçüde düşürür.

Örneğin, birçok insan zengin olmayı bekler. Zenginlik gelecekte gelemez. 
Sİz mevcut realİtenİzİ -Şu anda bulunduğunuz yerİ, kİmlİğİnİzİ, ne yaptığınızı- onurlandırıp, tümüyle kabul ve tasdİk ettİğİnİzde, elde ettİğİnİz şeyİ tümüyle KABULLENDİĞİNİZDE; elde ettİğİnİz şey İÇİN şükran duymakta, olan İçİn şükran duymakta, Var'lık İÇİN şükran duymaktasınızdır. 
ŞİMDİKİ an İçİn ve ŞİMDİKİ yaşamın bütünü İçİn şükran duymak gerçek zengİnlİktİr. O gelecekte gelemez. Sonra, zamanla, o zenginlik sizin için çeşitli şekillerde tezahür eder.

Eckhart Tolle – Şimdinin Gücü uygulama kitabı sayfa 43-44

Not: Yazar “Allah” yerine, Var’lık kelimesini kullanıyor. (Başlık kitaba ait değildir.)

"Yaşarım mutlu olurum, yaşarım mutlu ederim. Tabi ki mutsuz da olurum; ama yaşadığım sürece umutsuz, şükürsüz olmam." Şems i Tebrizi

 DOĞRU BİR ŞÜKÜR İÇİN KALPTE SEVİNÇ - MAKALE İÇİN TIKLAYINIZ