HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


19 Mart 2017 Pazar

KIYAMET VAKTİNİ ÖĞREN - KIYAMETİN ZAMANI HAKKINDAKİ KUR'AN AYETLERİ

HİÇ ŞÜPHE YOK Kİ BU KONUDA EN NET VE EN DOĞRU BİLGİYİ RABBİMİZDEN ÖĞRENEBİLİRİZ!
ÖYLEYSE BİZE DÜŞEN, İLGİLİ AYETLERİ BULUP OKUMAKTIR SADECE...


Sema'dan SEMAya NOT: Üşenenler için özetleyeyim, (bana inanmayanlar aşağıdaki ayetleri iyice okusunlar): Kıyametin zamanını-saatini, Allah dışında hiç kimse bilmez, peygamberler bile...  O saat, bize farkında olmadığımız bir sırada, ansızın gelecektir. 

Belli bir konudaki Kur'an ayetlerini, tüm surelerden tek tek bulup hepsini bir arada okumak, o konuyu daha iyi anlayabilmek için çok büyük yarar sağlıyor.  Aşağıda, "kıyamet saatine" ilişkin bir arada bulacağınız Kur'an ayetleri, umarım size de yardımcı olurlar. En doğrusu, Yüce Kitabımızın tamamını sürekli okumak elbette...
 
Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm
 


A’RAF SURESİ: 187.Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ANSIZIN gelecektir, başka değil." SEN ONU İYİCE BİLİYORMUŞSUN GİBİ SANA SORUYORLAR. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar." 188.De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. EĞER GAYBI BİLSEYDİM, elbette daha çok hayır yapardım. Ama bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim."


FUSSILET SURESİ: 47. Kıyamet saatine ilişkin bilgi, Allah'a bırakılır. ........

ŞURASURESİ: 17. Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır. 18. Ona inanmayanlar onun çabucak gelmesini isterler. İman edenlerse ondan ürperirler ve bilirler ki o haktır. Dikkat edin, kıyamet saati hakkında tartışıp duranlar, geri dönüşü olmayan bir sapıklığın tam içindedirler.


NAZİAT SURESİ: 42. O saatten soruyorlar sana, "gelip demir atması ne zaman?" diye. 43. Nerede sende, onu hatırlatacak şey! 44. Ona ilişkin bilginin sonu Rabbine varır. 45. Sen sadece, ondan korkanları uyaransın. 46. Onu gördükleri gün onlar, dünyada sanki bir akşam veya onun kuşluk vaktinden başka kalmamışa dönerler.


AHZAB SURESİ: 63. İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır!


NEML SURESİ: 65. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler."


EN’AM SURESİ: 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" 51. Rablerinin huzurunda haşredileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O'ndan başka ne bir dostu vardır ne de şefaatçısı.

LUKMAN SURESİ: 34. O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. ……...


MÜLK SURESİ: 24. De ki: "Sizi, yeryüzünde yaratıp yayan O'dur. O'nun huzurunda haşredileceksiniz." 25. Derler ki: "Eğer doğru sözlülerseniz, bu vaat ne zaman?" 26. De ki: "Bilgi Allah'ın katındadır. Bana gelince, ben ancak açıkça uyaran biriyim." 


TAHA SURESİ: 15. "Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizleyeceğim ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin." 16. "O halde ona inanmayıp keyfi peşinde giden, seni ondan yüzgeri etmesin. Yoksa perişan olursun."


ZÜHRUF SURESİ: 85. Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin mülkü/yönetimi kendine ait olan o Allah'ın şanı yücedir. Kıyamet saatine ilişkin bilgi O'nun katındadır. Siz de O'na döndürüleceksiniz.


ZÜHRUF SURESİ: 66. Hiç farkında olmadıkları bir sırada o saatin BİRDENBİRE kendilerine gelmesinden başka neyi bekliyorlar? 67. Dostlar o gün birbirine düşman kesilirler. Ancak takvaya sarılanlar böyle değildir. 68. Ey kullarım! Bugün size korku yok; sizler tasalanmayacaksınız da!


YUNUS SURESİ: 47. Her ümmet için bir resul öngörülmüştür. Resulleri gelince, aralarında adaletle hüküm verilir. Hiçbir zulme uğratılmazlar. 48. Diyorlar ki: "Doğru sözlülerseniz bu vaat ne zaman?" 49. De ki: "Ben kendime bile Allah'ın istediği dışında bir zarar verme yahut yarar sağlama gücünde değilim. Her ümmetin bir eceli var. Ecelleri geldiğinde bir saat geri de kalamazlar, ileri de gidemezler."


ZÜMER SURESİ: 53.De ki: "Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak Gafur, mutlak Rahim'dir.  54.Azap yakanıza yapışmadan Rabbinize dönüp O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. 55.Farkında olmadığınız bir sırada, azap ANSIZIN karşınıza çıkmadan önce size Rabbinizden indirilenin en güzeline uyun!


SEBE SURESİ: 3. Küfre sapanlar şöyle dediler: "Kıyamet saati bize gelmez!" De ki: "Hayır, öyle değil! Gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki, o size mutlaka ve mutlaka gelecektir! Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Rabbimden gizli kalmaz. Zerreden daha küçük veya daha büyük hiçbir istisna olmamak üzere, her şey apaçık bir Kitap'ta belirlenmiştir;

EĞER AYETLERİ YAVAŞ YAVAŞ VE DÜŞÜNE DÜŞÜNE OKUDUYSANIZ, SANIRIM BAŞKA KAYNAK ARAMANIZA GEREK KALMAMIŞTIR. 

15 Mart 2017 Çarşamba

MARTİN SELİGMAN'DAN MUTLULUK DENEYİ ve SHAWN ACHOR'DAN MUTLULUK AVANTAJI - HUZUR BULMAK İSTEYENLER İÇİN BASİT VE İŞE YARAR BİR YÖNTEM


Pozitif Psikolojinin öncülerinden Martin Seligman, insanların mutluluğunu artırmak için yıllar önce, "Mutluluk Deneyi" adında bir yöntem geliştirmiştir. Günümüzde, Psikolog Shawn Achor da dâhil pek çok bilim insanı, yeni bulgulardan yola çıkarak AYNI TEKNİĞİ tavsiye ediyorlar.
(PSİKOLOG SHAWN ACHOR'IN TED VİDEOSUNU ve videonun can alıcı kısımlarının özet metnini, biraz aşağıda bulabilirsiniz.)

MARTİN SELİGMAN  - MUTLULUK DENEYİ

Mutluluk deneyi, çok basit ve aynı zamanda işe yarar bir mutluluk arttırma yöntemidir.
Yapılan deneylerde, her günün en keyifli 3 anını yazılı hale getirdiğinizde, mutluluk seviyenizin yükseldiği ve depresif semptomların azaldığı gözlemlenmiştir.
Hastalıkları en üst düzeyde olan, ciddi derecede depresyonlu bir grup insana, tek bir mutluluk arttırma çalışması verildi. Normalde yataktan dahi çıkmakta zorlanan bu insanlardan yapmaları istenen, çok basitti. Yapılacak şey, her gün gerçekleşen üç iyi olayı hatırlamak ve bunu her akşam yatmadan önce yazıya dökmekti. Örneğin:

“Arkadaşım "........" bir merhaba demek için aradı, güzel bir sürprizdi ve mutlu oldum.

“........”nın önerdiği kitaptan bir bölüm okudum ve şu şu bölümü çok hoşuma gitti, mutlu oldum.

“Bugün güneş sonunda yüzünü gösterdi.vb. gibi cümleler yazdılar.

Bu egzersizi uygulayan hastaların durumları “ağır” depresyondan, “hafifle orta düzey arası” depresyona dönüştü ve %94’ü rahatlama hissetti.

Sizler de lütfen üşenmeyin ve en az bir hafta boyunca her gün, üç mutlu ANınızı yazın ve mutluluğunuzun ne kadar arttığına tanık olun. (Denediğiniz ilk gün bile, kendinizi iyi hissedeceksiniz.)

***

Yöntemin işe yaradığını gösteren güzel bir örnek olduğu için, Gökçe Hanım'ın kendi internet sayfasındaki güzel yazısını, aşağıya ekliyorum:

Mutluluk: 3 Keyifli An Deneyi

Pozitif Psikolojinin öncülerinden psikolog Martin Seligman 2005 yılında bir deney yaptı. Bu deneye göre bir grup insandan bir hafta boyunca her gece yatağa girmeden önce o gün kendilerini mutlu hissettiren en az 3 şeyi yazmaları istendi. Bir haftanın sonunda, kontrol grubuna göre mutluluk seviyeleri ölçülebilir seviyede daha yüksekti ve bu etki en az 6 ay devam etti. Kendim de internette araştırınca optimizm, şükür içinde olma gibi duyguların, ruhsal ve fiziksel sağlığı nasıl olumlu etkileyebileceğine dair birçok deneyle karşılaştım. Fakat Martin Seligman’ın deneyi sanırım en ünlüsü ve daha önce bunu “mutluluk işlerinin uzmanı” arkadaşım Nurdan’dan duyduğum için bu basit egzersizi yapmaya karar verdim.
Eşim Homy’e bahsedince o da katılmak istedi ve 1 Mart tarihinde, her akşam bizi gün içinde mutlu eden şeyleri bir ay boyunca yazmak için anlaştık.
Açıkçası bir süre sonra yazma ritüelinin kendisi, günün en mutlu anlarından birine dönüşmeye başladı. Çünkü hem gün içindeki güzel anlara odaklanmak ve onları tekrar yaşamak, hem gün içinde neler yaşadım neler oldu bunu gözden geçirmek, hem de sonrasında Homy’le birbirimize okuyarak günümüzü paylaşmak çok hoşuma gitti.
Şu an 11. günümdeyim. Deney bitince tekrar yazacağım. Ama 10 günde bile gerçekten çok etkisi oldu. Mesela negatif olduğum bazı konularda fikirlerim değişti, daha yapıcı bir bakış kazandım. Ne gibi? Londra’yla ilgili bir ön yargım vardı; burası bana hep yağmur yağan, güneş görmeyen, karanlık ve gri bir yer gibi geliyordu yaz-kış. Her gün günlüğüme beni mutlu eden şeyleri yazarken elbette o gün güneş varsa onu da yazıyorum. Ve bilin bakalım ne oldu? Fark ettim ki tam 10 gündür her gün güneş var ve mavi gökyüzünün tadını çıkarmışım… Yani Londra ile ilgili yanılmışım.
Bunun dışında beni neler mutlu eder, günümü ne gibi işlerle en çok geçirmekten hoşlanıyorum, algım ilgim en çok nerede, bunları da fark etmemi sağladı. Mesela her gün mutlaka çok hoşuma giden bir yeme ve içme deneyimini yazmışım (bugünkü tatlı çok güzeldi vs) yani yemek, benim hayatımda önemli ve gerekli bir yer kaplıyor; beni mutlu ediyor! Bilimsel olarak kanıtlandı.
Kısaca 10 gün önceye kadar daha mutlu muyum? Evet, daha mutluyum ve daha fazla şükür içindeyim. Ve anda olma farkındalığım da arttı. Mesela, o an keyifli bir şey yaşarken "Şu an çok keyifli, bunu akşam not etmeliyim" diyorum, duygumun farkına varıyorum.
Mutlusunuz ya da mutsuzsunuz fark etmez, lütfen bu deneyi yapın, etkisini göreceksiniz.
Güneşli Londra’dan sevgiler.

***

PSİKOLOG SHAWN ACHOR -  MUTLULUK AVANTAJI

"21 gün boyunca MİNNETTAR olduğun 3 şeyİ yaz; mutlu ve başarılı olacak ŞEKİLDE BEYNİN değİşsİn."

 PSİKOLOG SHAWN ACHOR - TED KONUŞMASI (Türkçe alt yazılı(Not: Bu paylaşımın en altına, konuşmanın tam metnini internetten bulup ekledim, videoyu izlemek yerine, metni okuyabilirsiniz.)



Not: TED (İngilizce: Technology, Entertainment, Design), her iki yılda bir Kaliforniya, Monterey'de düzenlenen bir konferanstır. Bu konferansın varoluş amacı, farklı alanlardaki ileri derecede bilgi sahibi kişilerin bilgi alışverişine zemin oluşturmaktır.

Yukarıda Türkçe altyazılı olarak izleyebileceğiniz video, Psikolog Shawn Achor'ın TED'de yaptığı konuşmaya ait. Achor, kısa bir özetle şunları söylüyor:

“Günümüzde, birinin pozitiflik seviyesini yükselttiğinizde, beyinleri şu an “mutluluk avantajı” dediğimiz şeyi tecrübe eder.
BEYNİNİZ POZİTİF DURUMDAYKEN; NEGATİF, NÖTR YA DA STRESLİ OLDUĞU ZAMANKİNDEN ÇOK DAHA İYİ ÇALIŞIR. KAVRAMA YETİNİZ GELİŞİR, YARATICILIĞINIZ GELİŞİR, ENERJİ SEVİYENİZ YÜKSELİR.
Pozitif olan beyniniz; negatif, nötr ya da stresli olana oranla % 31 daha üretkendir. Satışlarınızda % 37 daha başarılı olursunuz. Doktorlar negatif, nötr ya da stresli olmak yerine pozitifken, doğru teşhis koymada % 19 daha hızlı ve isabetli oluyorlar.
Pozitif olduğunuzda, sisteminizde salgılanan dopaminin iki işlevi var. Bu, sizi daha mutlu etmekle kalmıyor; aynı zamanda dünyaya farklı bir şekilde adapte olmanızı sağlayan, beyninizdeki öğrenme merkezlerini harekete geçiriyor. BULGULARIMIZA GÖRE, DAHA POZİTİF OLABİLMEK İÇİN BEYNİNİZİ EĞİTMENİN YOLLARI VAR.”

Psikolog Shawn Achor araştırmalarının sonucunda, daha pozİtİf ve mutlu bİr beynİn, daha İyİ çalışacağını keşfetmiş. Yani hem daha başarılı olmak hem de mutlu olmak için pozitif bir beyne ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bunu sağlamak için oldukça basit bir yöntem geliştirmiş. Art arda 21 gün boyunca yapılan ve sadece iki dakikalık bir eylemle, beynimizin gerçekten daha iyimser ve daha başarılı bir şekilde çalışmasını sağlayabildiklerini söylüyor. İnsanlardan art arda 21 gün boyunca minnettar oldukları üç şeyi yazmalarını istiyor, her gün yeni üç şey. Ve bunun sonunda beyin, dünyayı negatif yerine pozitif bir şekilde görmelerini sağlayan bir yöntem geliştiriyor. Shawn diyor ki: “Geçen 24 saat boyunca başınıza gelen bir tane pozitif olayı kayda geçirmek, beyninizin onu tekrar yaşamasını sağlar.”

***

“Hayatımızı, onu yaşarken değil anlatırken yaratırız. Hayatının, birbirini takip eden sihirli anlardan ibaret olması veya bir hayal kırıklığı dizisinden oluşması, gerçeklerden ziyade, kendine ve başkalarına anlattığın hikâyeye bağlıdır. Yaşamın objektif algısı yoktur. Yalnızca çok kişisel izlenimlerin izi bizde kalır. Hayatın mucizelerini ve nimetlerini fark eder ve günün sonunda onları anlatırsan, kendi gücüne inanırsın ve bu da dışarıya çıkıp hayatının macerasını sonuna kadar yaşaman için sana gereken cesareti verir.” Judith Malika Liberman

 Kaynaklar:
1) Yazısından faydalandığım Gökçe hanımın kendi sayfası şu adresten bulunabilir: "gokcegoklerdenbildiriyor.wordpress.com/2015/03/11/mutluluk-3-keyifli-an-deneyi"
2) TED videosu ve özet bilgileri edindiğim kaynak:
https://tedle21gun.wordpress.com/?s=Shawn+Achor
3) Judith Malika Liberman'ın Masallarla yola çık kitabı


Mutluluk bir zorunluluktur. Hem kendiniz hem başkaları için mutlu olmak zorundasınız. Mutlu olmak sadece hak ettiğimiz bir şey değil, ayrıca mecbur olduğumuz bir şeydir de. Sahip olduğumuz mutluluk, çevremizdeki herkesi etkiler; onlara, içinde mutlu olup başarıyla gelişebilecekleri olumlu bir çevre sağlar. Mutluluğun peşine düşmek, asil bir çabadır. Piyanoda Bach’tan bir sonat çalmak kadar sanat yeteneği ve gayret gerektirir. Büyük bir dağın tepesine tırmanmaktan daha az değerli değildir. Öz disiplininizi sürekli korumanızı ve aklınızı kullanmaktan vazgeçmemenizi gerektirir. Mutluluğa erişmek için izlenen yol, insana bilgelik ve şükran duygusu kazandırır.” Dennis Prager 



"Ruminasyon, zihinsel geviş getirmektir. Mutsuzluğumuzun, acı çekmemizin, endişelenmemizin nedenleri, olası anlamları ve sonuçları üzerine tekrar tekrar düşünür, durumu enine boyuna analiz ederiz. Ruminasyonun altında yatan, ‘EĞER NEDENİNİ ANLAYABİLİRSEM, ÇÖZEBİLİRİM; ÇÖZEBİLİRSEM DE BU DUYGULARDAN, DÜŞÜNCELERDEN KURTULABİLİRİM’ inancıdır. Ruminasyon, dışarıdan masum görünebilen bir stratejidir; bizlere bir çözüm üretme yolunda olduğumuz yanılgısını verir. Fakat, sadece daha fazla üzülmeye, strese ve acıya sebep olur. Zira bir şey hakkında düşünmek, onu bize daha sık hatırlatır." Psikolog Zeynep Selvili



PAYLAŞIM BURADA BİTTİ AMA MERAKLISI İÇİN, PSİKOLOG SHAWN ACHOR TED VİDEOSUNUN TAM METNİNİ AŞAĞIYA EKLİYORUM:

Ben sekiz ve kız kardeşim henüz beş yaşındayken, ranzanın üzerinde oynuyorduk. O zamanlar kardeşimden iki yaş büyüktüm -- yani, hala ondan iki yaş büyüğüm -- ama o zamanlar bu, onun istediğim her şeyi yapması gerektiği anlamına geliyordu ve savaş oyunu oynamak istedim. Ranzalarımızın üzerindeydik. Ve ranzamın bir tarafına tüm G.I. Joe askerlerimi ve silahları yerleştirmiştim. Ve diğer tarafta ise kardeşimin tüm oyuncak atları, süvari hücumuna hazırdı.

O öğleden sonra gerçekten neler olduğu hakkında farklı düşünceler var ama kardeşim bugün bizimle olmadığına göre, size hikâyenin aslını anlatayım -- kardeşim biraz acemiydi.-- (Kahkahalar) -- Bir şekilde, ağabeyinin hiçbir yardımı ve itme kuvveti olmadan, Amy aniden ranzanın üzerinden kayboldu ve yere düştü. Endişeli bir şekilde, yatağın kenarından düşmüş olan kardeşimin başına ne geldiğine baktım ve onun acı verici bir şekilde elleri ve dizleri üzerine düşmüş olduğunu gördüm.
Endişelenmiştim çünkü ailem beni, mümkün olduğu kadar güvenli ve sessiz bir şekilde oynamamız konusunda tembihlemişti. Ve Amy'nin kolunu yanlışlıkla kırmış olduğumu görmek, onu yaklaşmakta olan hayali  sniper kurşunundan kahramanca kurtardıktan sadece bir hafta sonra, (Kahkahalar)- ki bunun için hala teşekkür edilmedi-, uslu durmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum.

Ve kardeşimin yüzünü gördüm; yüzündeki acı, ıstırap ve şaşkınlık ifadesi, ailemi uzun süren kış uykularından uyandıracak bir çığlık koparmak üzere olduğunu söylüyordu. Böylece yedi yaşındaki küçük, ümitsiz aklımın bu trajediyi önlemek için düşünebildiği tek şeyi yaptım ve eğer çocuklarınız varsa bu duruma yüzlerce kere şahit olmuşsunuzdur; ona şöyle dedim:
"Amy, Amy, bekle; ağlama, ağlama. Nasıl düştüğünü gördün mü? Hiçbir insan böyle dört ayak üstüne düşmez. Amy, bence bu senin “tek boynuzlu at” (unicorn) olduğun anlamına geliyor." (Kahkahalar)

Bu aldatmacaydı çünkü dünyada Amy'nin incinmiş beş yaşındaki bir kız kardeş olmaktan daha çok isteyeceği tek şey, özel tek boynuzlu at Amy olmaktı. Tabii ki bu, geçmişte ona mantıklı gelen bir seçenekti. Ve zavallı, kandırılmış kardeşimin küçük beyni, az önce hissettiği acı ve şaşkınlık hissine çareler arama girişimindeyken ya da yeni keşfettiği tek boynuzlu at kimliği üzerine düşünürken, sorunla nasıl yüzleştiğini görebilirdiniz. Ve sonunda ikincisi galip geldi. Ağlamak yerine, oyunumuzu durdurmak yerine, ailemizi uyandırmak yerine ki bu benim için kötü sonuçlar doğururdu; yüzüne bir gülümseme yayıldı ve yeni doğmuş bir tek boynuzlu atın zarafetiyle, zorlanarak ranzaya tekrar çıktı... (Kahkahalar) ...Bir de kırık bir bacakla...

Henüz beş ve yedi gibi erken yaşta tesadüfen bulduğumuz şey -- o zamanlar hiçbir fikrimiz yoktu --yirmi yıl sonra, insan beynine bakış şeklimizde meydana gelen bilimsel bir devrimin öncüsü olacak bir şeydi.
Tesadüfen bulduğumuz şey, günümüzde pozitif psikoloji denen şey ki, bu benim bugün burada olma ve her sabah uyanma nedenim.

Bu araştırma hakkında akademik çevre dışında, şirketlerde ve okullarda konuşmaya başladığımda, bana söyledikleri ilk şey, konuşmaya bir grafikle başlamamam gerektiğiydi. Konuşmama ilk olarak bir grafikle başlamak istiyorum.

Bu grafik sıkıcı görünüyor, ama beni heyecanlandıran ve her sabah uyanmamı sağlayan neden, bu grafik. Ve bu grafiğin anlamı bile yok, sahte bir bilgi. (Kahkahalar) 

Bulduğumuz şey; eğer bu bilgiyi bu odada, sizleri araştırarak elde etseydim, çok heyecanlanırdım, çünkü burada açıkça görülen bir akım var ve bu, basına çıkabileceğim anlamına geliyor ki önemli olan da bu. Aslına bakılırsa kavisin üzerinde tek bir garip kırmızı nokta var, odada sadece bir tane garip tip var -- kim olduğunuzu biliyorum, sizi daha önce gördüm -- bu sorun değil.
Çoğunuzun bildiği gibi, bu sorun değil çünkü bu noktayı silebilirim. Bu noktayı silebilirim çünkü açıkça görülüyor ki bu bir ölçü hatası. Ve bunun bir ölçü hatası olduğunu biliyoruz çünkü verimi berbat ediyor.
İktisat, istatistik, işletme ve psikoloji kurslarında insanlara öğrettiğimiz şeylerden ilki, istatistiksel olarak geçerli bir şekilde, garip tipleri nasıl eleyeceğimizdir.
En iyi uyum doğrusunu bulmak için aykırı değerleri nasıl eleriz? Eğer ortalama bir insanın kaç tane Advil alması gerektiğini bulmaya çalışsaydım harika olurdu – (cevap) iki. Ama potansiyelle ilgileniyorsam, sizin potansiyelinizle ilgileniyorsam, ya da mutluluk için, üretkenlik için, enerji ya da yaratıcılık için, yaptığımız şey bilimsel yolla bir ortalama kültü yaratmak.

Eğer şöyle bir soru sorarsam, "Bir çocuk okumayı bir sınıfta nasıl hızlı öğrenir?"; bilim adamları soruyu şuna çeviriyor: "Ortalama bir çocuk okumayı bu sınıfta nasıl hızlı öğrenir?" ve sonra sınıfı bu ortalamaya göre düzenliyoruz.

Şimdi bu kaviste seviyenin altına düşerseniz, psikologlar heyecanlanır, çünkü bu ya depresyondasınız ya da bir hastalığınız var demektir ya da umarım ikisi birden. İkisinin de olmasını isteriz çünkü bizim iş modelimize göre, bir terapi seansına tek bir sorunla gelirseniz, 10 tane sorununuz olduğunu bilerek ayrılmanızı sağlarız, böylece tekrar tekrar gelmeye devam edersiniz. Gerekliyse çocukluğunuza geri döneriz, ama önünde sonunda yapmak istediğimiz şey, sizi normale döndürmek. Ama normal, sadece ortalamadır.
Ve önerdiğim, pozİtİf psİkolojİnİn önerdİğİ şey şu; ortalama olan bİr şey üzerİnde çalışırsak, sadece ortalama kalmaya devam ederİz. Pozitif aykırı değerleri silmek yerine, özellikle yapmak istediğim şey, bunun gibi bir topluluğa girip “neden” diye sormak.

Neden bazılarınız entelektüel, atletik ve müzikal yetenek bakımından, yaratıcılık, enerji düzeyi, bir sorun karşısında gösterdiğiniz dayanıklılık ve espri anlayışınız bakımından, bu kavisin üst kısımlarında yer alıyorsunuz? Her ne ise, sizi silmek yerine, yapmak istediğim şey, sizi araştırmak. Çünkü belki bilgiyi azar azar toplayabiliriz; sadece insanları ortalamaya nasıl yükselteceğimiz değil, dünya çapında şirketlerimizde ve okullarımızda, tüm ortalamayı nasıl yükselteceğimiz hakkında.

Bu grafiğin benim için önemli olmasının nedeni şu; haberleri açtığımda görüyorum kİ bİlgİnİn büyük kısmı POZİTİF DEĞİL, aslında negatİf. Çoğu cinayet, yıkım, hastalıklar ve doğal afetler hakkında. Ve çok hızlı BİR şekİlde beynİm bunun, dünyada negatİfİn pozİtİfe olan doğruluk oranı olduğunu düşünüyor. Bunun yaptığı şey, “tıp okulu sendromu” denen bir şey yaratmak. Eğer tıp okuluna giden birilerini tanıyorsanız duymuşsunuzdur; tıp eğitiminin ilk yıllı süresince, olabilecek semptomlar ve hastalıklar listesini okurken aniden, hepsinin sizde olduğunu fark edersiniz.

Bobo adında bir eniştem var ki bu başka bir hikâye… Bobo, tek boynuzlu at olan Amy ile evlendi. Bobo, Yale Tıp Okulundan beni aradı ve şöyle dedi, "Shawn, cüzzama yakalandım." (Kahkahalar) Ki bu, Yale'de bile, son derece nadir bir şey. Ama zavallı Bobo'ya nasıl danışmanlık yapacağımı bilmiyordum çünkü bir haftalık menopoz sürecini yeni atlatmıştı. (Kahkahalar)

Gördüğünüz gibi bulduğumuz şey şu: Gerçekliğin bizi şekillendirmesine gerek yok; beyninizin dünyaya bakışınızı belirleyen lensleri, gerçeklİğinizi şekillendiriyor. Ve eğer lensleri değiştirebilirsek, mutluluğunuzu değiştirmekle kalmayıp aynı zamanda her bir eğitimsel ve tİcarİ sonucu da değİştİrebİlİrİz.

Harvard'a başvurduğumda, kabul edilmeyi beklemiyordum ve ailemin üniversite için parası yoktu. İki hafta sonra askeri burs kazandığımda, gitmeme izin verdiler. Aniden, ihtimal dâhilinde bile olmayan bir şey gerçekliğe dönüştü. Oraya gittiğimde, diğer herkesin de bunu bir ayrıcalık olarak göreceğini, orada olmaktan heyecan duyacaklarını düşünmüştüm. Sizden daha zeki insanlarla dolu bir sınıfta olsanız bile, o sınıfta bulunduğunuz için mutlu olurdunuz, ben de böyle hissediyordum. Ama orada bulduğum şey, -bazıları şu an bunu yaşıyor-, dört yıl sonra mezun olduğumda ve sonraki sekiz yılı öğrencilerle birlikte yurtlarda geçirdiğimde bulduğum şey bambaşkaydı.

Ben Harvard'da öğrencilere, geçirdikleri zorlu dört yıl süresince danışmanlık yapan bir memurdum. Ve araştırmam ve eğitim verme sürecinde bulduğum şey şu; bu öğrenciler, okula girmelerini sağlayan asıl başarıları için ne kadar mutlu olurlarsa olsunlar, iki hafta sonra beyinleri, orada olmanın ayrıcalığına ya da felsefelerine veya fiziklerine odaklanmıyor. Beyinleri rekabete, iş yüküne, mücadeleye, strese ve şikâyetlere odaklanıyor. 

Oraya ilk gidişimde, birinci sınıfların yemekhanesine girdim; büyüdüğüm yer Teksas, Waco'dan arkadaşlarımın olduğu yere, beni ziyarete gelmişlerdi ve etrafa bakıp şöyle demişlerdi: "Bu birinci sınıfların yemekhanesi "Harry Potter" filmindeki Hogwarts'a benziyor", ki öyle…




Bu ilk resim, "Harry Potter" filmindeki Hogwart's ve bu ikinci resim de Harvard.
Ve bunu gördüklerinde, şöyle diyorlar: "Shawn, neden vaktini Harvard'da mutluluk üzerine çalışmakla harcıyorsun? Gerçekten, bir Harvard öğrencisini mutsuz edebilecek ne olabilir ki? 
Bu sorunun içindeki kilit nokta, mutluluk bilimini anlamak. Çünkü bu sorunun anlattığı şey; dış dünyanın, mutluluk seviyelerimizin belirleyicisi olduğu. Gerçekte ise, dış dünyanızla ilgili her şeyi bilirsem, uzun vadeli mutluluğunuzun sadece yüzde 10'unu tahmin edebilirim. Uzun vadeli mutluluğun yüzde 90'ı ise dış dünya tarafından değil, beyninizin dünyaYI yönlendirme şekli tarafından belirlenir. Ve eğer bunu değiştirirsek, mutluluk ve başarı formülümüzü değiştirirsek, gerçekliği etkileme şeklimizi değiştirebiliriz.

Bulgulara göre, iş başarısının sadece % 25'inin I.Q.ya bağlı olduğu tahmin ediliyor. İş başarısının % 75'ini ise iyimserlik seviyeniz, sosyal desteğiniz ve stresi, tehdit yerine bir mücadele olarak görebilme yeteneğiniz belirliyor.

New England'daki muhtemelen en prestijli yatılı okulun yetkilileriyle konuştum ve şöyle dediler, "Bunu zaten biliyoruz. Her sene, öğrencilerimize sadece eğitim vermek yerine, iyileşme haftası da düzenliyoruz. Ve bundan çok heyecan duyuyoruz. Pazartesi gecesi dünyanın önde gelen bir uzmanı, ergenlik depresyonu hakkında konuşmak için geliyor. Salı gecesi, okulda şiddet ve zorbalık; Çarşamba gecesi, yeme bozuklukları; Perşembe gecesi, uyuşturucu kullanmanın nedenleri ve Cuma gecesi de riskli seks ya da mutluluk arasında karar vermeye çalışıyoruz." (Kahkahalar) 
Ben de şöyle dedim: "Birçok insanın Cuma gecesi böyledir." (Kahkahalar) (Alkış) Beğenmenize sevindim ama onlar hiç sevmedi.
Telefonda sessizlik oldu. Ve sessizliğe şöyle dedim: "Okulunuzda konuşma yapmaktan mutluluk duyarım ama bildiğiniz gibi bu bir “iyileşme haftası” değil, “hastalık haftası”. Yaptığınız şey, olabilecek tüm negatif şeylerden bahsetmekti, fakat pozitif olanlardan hiç bahsetmediniz."

Hastalığın olmaması, sağlık değildir. Şu şekilde sağlıklı oluruz: Mutluluk ve başarı formülümüzü tersine çevirmeliyiz. Son üç yılda, ekonomik bunalımın ortasındaki 45 ülkeye gittim; oralardaki okullar ve şirketlerle çalıştım. Ve şunu gördüm, birçok şirket ve okul bir başarı formülü uyguluyor, o da şu: Daha çok çalışırsam, daha başarılı olurum. Ve daha başarılı olursam, daha mutlu olurum. Bu, ebeveynlik tarzlarımızı, yönetim tarzlarımızı, davranışımızı motive etme şeklimizi destekliyor. Ve sorun şu ki, bu iki nedenden dolayı bilimsel olarak eksik ve geriye dönük.

Öncelikle, beyniniz ne zaman başarılı olsa, başarının görünüş şeklini değiştiriyorsunuz. İyi notlar aldınız, şimdiyse daha iyi notlar almalısınız; iyi bir okula gittiniz ve şimdi daha iyi bir okula gidiyorsunuz; iyi bir işiniz vardı, şimdi daha iyisini bulmalısınız; satış hedefinizi tutturdunuz, satış hedefinizi değiştireceğiz. Ve eğer mutluluk, başarının karşısında ise beyniniz oraya ulaşamaz.
Toplum olarak yaptığımız şey, mutluluğu kavramsal bir ufka doğru itmek. İşte bu yüzden başarılı olmamız gerektiğini, böylece mutlu olacağımızı düşünüyoruz.  Ama sorun şu ki beynimiz bunun tersi şekilde işliyor.

“Günümüzde, birinin pozitiflik seviyesini yükselttiğinizde, beyinleri şu an “mutluluk avantajı” dediğimiz şeyi tecrübe eder.
BEYNİNİZ POZİTİF DURUMDAYKEN; NEGATİF, NÖTR YA DA STRESLİ OLDUĞU ZAMANKİNDEN ÇOK DAHA İYİ ÇALIŞIR. KAVRAMA YETİNİZ GELİŞİR, YARATICILIĞINIZ GELİŞİR, ENERJİ SEVİYENİZ YÜKSELİR.

Aslında, bulgularımıza göre, her bir ticari ürün gelişim gösteriyor. Pozitif olan beyniniz; negatif, nötr ya da stresli olana oranla % 31 daha üretkendir. Satışlarınızda % 37 daha başarılı olursunuz. Doktorlar negatif, nötr ya da stresli olmak yerine pozitifken, doğru teşhis koymada % 19 daha hızlı ve isabetli oluyorlar. Bu da formülü tersine çevirebileceğimiz anlamına geliyor. Eğer günümüzde pozitif olmanın bir yolunu bulabilirsek, beynimiz çok daha başarılı bir şekilde çalışır ve daha fazla, daha hızlı ve daha akıllıca çalışabiliriz.

Beynimizin gerçek kapasitesini görmeye başlamak için yapabilmemiz gereken şey, bu formülü tersine çevirmek. Çünkü pozitif olduğunuzda, sisteminizde salgılanan dopaminin iki işlevi var. Bu, sizi daha mutlu etmekle kalmıyor; aynı zamanda dünyaya farklı bir şekilde adapte olmanızı sağlayan, beyninizdeki öğrenme merkezlerini harekete geçiriyor.
BULGULARIMIZA GÖRE, DAHA POZİTİF OLABİLMEK İÇİN BEYNİNİZİ EĞİTMENİN YOLLARI VAR.”

Art arda 21 gün boyunca yapılan ve sadece iki dakikalık bir eylemle,  beyninizin gerçekten daha iyimser ve daha başarılı bir şekilde çalışmasını sağlayabiliyoruz.
Bahsedeceğim bu şeyleri, çalıştığım her bir şirketteki araştırmalarda yaptık; art arda 21 gün boyunca, minnettar oldukları üç şeyi yazmalarını istedik; her gün yeni üç şey. Ve bunun sonunda, beyinleri dünyayı negatif yerine pozitif bir şekilde görmelerini sağlayan bir yöntem geliştiriyor.
Geçen 24 saat boyunca başınıza gelen bir tane pozitif olayı kayda geçirmek, beyninizin onu tekrar yaşamasını sağlıyor. Alıştırma, beyninize davranış sorunlarını öğretiyor.

Edindiğimiz bulgulara göre meditasyon, beyninizin aynı anda birden fazla iş yapmaya çalışarak yarattığımız kültürel dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğunun üstesinden gelmesini ve el altındaki işe odaklanmamızı sağlıyor.

Ve sonunda; rastgele yapılan nezaketler, bilinçli nezaketlerdir. İnsanlara, gelen kutularını açtıklarında, sosyal destek ağlarındaki birine teşekkür ya da iltifat eden bir pozitif eposta yazdırıyoruz.

Ve bu aktiviteleri yaparak ve beynimizi, vücutlarımızı çalıştırdığımız gibi çalıştırarak, mutluluk ve başarı formülünü tersine çevirebileceğimizi keşfettik ve bunu yaparak, iyimserlik dalgaları yaratmakla kalmıyoruz, aynı zamanda gerçek bir devrim yaratıyoruz.
Çok teşekkür ederim.

SHAWN ACHOR 

Not: Çeviriyi şu sayfadan buldum:
https://www.ted.com/talks/shawn_achor_the_happy_secret_to_better_work/transcript?language=tr

ŞÜKRETMENİN FAYDALARINI BİR DE DİNİ AÇIDAN OKUMAK İSTERSENİZ BU YAZIYI SAKIN KAÇIRMAYIN - TIKLAYINIZ -

BEYNİN MUTLULUK AYARLARI YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ

DOĞAN CÜCELOĞLU - "SANA İNANIYORUM VE SANA İYİ BİR GÜN DİLİYORUM"

AŞAĞIDAkİ bu KISACIK ve sıcacık YAZI, Shmuley Boteach’ın çocuklarıyla başından geçmİş gerçek bİr öyküdür... 

Resim: Wendy Zaro

"Bir insana verebileceğin en değerli şey, onu itibarlı, onurlu, değerli biri olarak görmendir."

Dilenciye Verilen Bir Dolar...

Tatil için gittikleri beldede çocuklarıyla yürürken bir dilenci, babadan para istiyor. Baba cebinden bir dolar çıkarıyor ve vermeden önce, “Umarım sana yararlı bir şey için harcarsın; senin duruşun, bakışın, istersen bunu yapabileceğini gösteriyor.” diyor. Dilenci “Allah senden razı olsun, karnım aç, bu parayla kendime ekmek alacam,” karşılığını veriyor. Baba, “Sana inanıyorum ve sana iyi bir gün diliyorum,” deyip oradan uzaklaşıyor. 

Bir süre sonra, 14 yaşındaki kızı, “Baba, adam sana yalan söylüyor; ben anladım, sen anlamadın mı? O parayla gidip ucuz şarap alacak ve içecek. Sen o adamın alkolik kalmasına yardımcı oluyorsun, bunu nasıl yapabilirsin?” diye soruyor.
Babası, “Evet, kızım haklı olabilirsin. O adam muhtemelen gidip içki alacak, ama her zamanki kadar rahat alamayacak, bir yerinde biraz rahatsızlık duyacak.” diyor.
Sonrasında aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:
- Bunun ne önemi var baba, netice itibariyle yine bir şarapçı olarak sokaklarda dilenmeye devam edecek. Sen verdiğin parayla onun şarap içen ve sokakta yaşayan bir adam olmasına yardım etmiş oluyorsun.

O insanın kaybettiği şeyin ne olduğunun farkındayım. O insan, kendi gözünde itibarını kaybetmiş. Kendi gözünde onurunu geri kazanıncaya kadar bir gayret göstermeyecektir. Gördüğün gibi ben onun gözüne bakarak konuştum, para verirken onu konuşulacak, dikkate alınacak, değer verilecek, gözüne bakılacak haysiyetli biri olarak gördüm ve bunu sözümle ve tavrımla ifade ettim. Ve bu, o bir dolardan çok daha önemli bir hediyedir.

- Ama ne işe yaradı ki?
Siz gördünüz ve şimdi bu konuşmayı yapıyoruz. 
Günde beş kişi o insanın gözüne baksa ve gerçekten ona haysiyetli bir insan gibi davransa, zaman içinde o kişi, kendine saygı duyar ve ona göre bir hayat oluşturur. Hayat öyküsünün bir yerinde, çok muhtemelen çocukluğunda ya da ergenliğinde, onun doğuştan hakkı olan onuru ondan çalındı. Onurunu kaybetmiş bir insanın içi boştur; iç boşluk insana çok çok acı verir; o bunu şarapla unutmaya çalışıyor.
Yani ben sokaktaki dilencilere onurlu insanlarmış gibi mi davranayım?
- Sokaktaki dilenci olsun ya da olmasın, bilmeni istediğim şu: 
Bir insana verebileceğin en değerli şey, onu itibarlı, onurlu, değerli biri olarak görmendir.
- Peki, bundan benim kazancım ne?
Her insanın doğuştan Allah vergisi olan onuruna saygı duyduğun zaman kendi özüne olan saygın sağlamlaşır. Hiç kimse senin onurunu senden çalamaz. 

Baba on dört yaşındaki kızı ile konuşurken, sekiz yaşındaki oğlu ve on yaşlarındaki kızı da bu konuşmayı dinlemekteydiler.
Ertesi gün, sekiz yaşındaki oğlu, “Baba, bugün bana biraz daha fazla harçlık verir misin?”, diye sorar. Baba “Ne kadar fazla?” diye sorduğunda, “Bir dolar”, cevabını alır. Baba çocuğun istediği parayı verir.

Büyük kız, erkek kardeşinin bir sokak dilencisiyle yapmış olduğu konuşmayı, babasına akşam şöyle anlatır: “Dilenciye yaklaştı ve ‘İyi günler Bayım; size bir dolar vermek istiyorum, kabul eder misiniz?’ Şaşkınlıkla çocuğa bakan dilenci, elini uzatınca, 
‘Bu parayı yararlı bir şey için harcayacağınıza inanıyorum. Sizin iyi bir insan olduğunuzu gözlerinizden anlıyorum. Size inanıyorum ve size iyi bir gün diliyorum,’ dedi ve parayı verdi.”
Baba soruyor, “Peki, adam ne yaptı?”
Onun için anlatıyorum baba, inanamazsın; adam para elinde heykel gibi orada bir süre dondu kaldı. Biz yürüdük, gittik. Bir süre sonra geri dönüp baktığımda, onu yere çömelmiş ve başını iki elinin arasına almış vaziyette gördüm. 
Çok etkilenmişe benziyordu.”

Bu anlattığım Shmuley Boteach’ın çocuklarıyla başından geçmiş gerçek bir öykü¹ . Bu yazıyı yazarken kendi başımdan geçen bir olayı hatırladım: Los Angeles’ta bir yaz sabahı deniz kıyısında kumsalda yürüyüşte, parkta gecelemiş iki “evsiz” gördüm ve onlara para vermek istedim. Yanlarına gittim ve her birine 10’ar dolar vermek istediğimi ve lütfen kabul etmelerini söyledim. İnanamaz gözlerle, ‘nereden çıktı bu, neden?’ gibime yüzüme baktılar. “Sabah sabah gidin sıcak bir çorba için,” dedim. Yüzüme tuhaf tuhaf baktılar ve biri, “Çorba yerine sıcak kakao içsem, olur mu?” diye bana sordu.
O zaman iki şeyin farkına vardım: Bir, Amerika’da sabah kahvaltısında çorba içmek geleneği yoktur ve iki, sıcak kakao içmek için adam benden izin istiyor, bana karşı dürüst davranmak istiyor, söz verip sözünü tutamaz duruma düşmek istemiyor.
Onurlu bir insanla konuşmuştum; şimdi daha iyi anlıyorum.

Doğan Cüceloğlu (18/02/2013)


¹Shmuley Boteach, 10 Conversations You Need To have With Your Children, Regan Books, 2006. (s. 90-91)

BU GÜZEL YAZI, DOĞAN CÜCELOĞLU'NUN RESMİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR
. http://www.dogancuceloglu.net/