HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


6 Temmuz 2018 Cuma

ÜÇ HARİKA ALINTI, BİZE ÜÇ HARİKA MESAJ VERİYOR... YANİ ÜÇ HARİKA HEDİYE...

1--- SİZİN GÜNÜNÜZÜ KİM BELİRLİYOR?
GÜNÜMÜ BEN BELİRLERİM...


                           
Bir iş adamı arkadaşıyla yürürken, her zaman gazetesini aldığı bayide durur. Adama ‘Günaydın’ der güler yüzle. Satıcı ekşi bir suratla ve gayet kaba bir şekilde gazeteyi uzatır. İş adamı gülümseyerek teşekkür eder, giderken de ‘İyi günler’ der.
Arkadaşı şahit olduğu bu kabalıktan şaşkın, Bu satıcı hep böyle kaba mı davranır?’ diye sorar. ‘Evet, ne yazık ki öyle’ diye yanıtlar iş adamı.
Arkadaşı, ‘Peki, sen hep böyle nazik ve kibar mı davranıyorsun bu adama?diye üsteler.
‘Evet’ der iş adamı.
Peki, o sana böyle kötü davranırken sen niye ona ısrarla iyi davranıyorsun? diye merak eder arkadaşı.
İş adamı gülümseyerek‘Onun tavrının benim tavrımı etkilemesine izin veremem. Onun gibi davransaydım, benim davranışımı o belirlemiş olurdu. Günümü ona öfkelenerek berbat etmeye hiç niyetim yok. O mutsuz olmayı seçiyorsa, bunu değiştirmeyi de yine sadece kendisi seçebilir. Ama bir şey kesin. Nasıl hissedip davranacağıma başkalarının karar vermesine izin vermem.’ 





2--- İYİ İNSANLAR DA ARA SIRA KÖTÜ ŞEYLER YAPARLAR!





Gençlik yıllarımda bana güvenen birisine hiç beklemediği anda bencilce davranmış ve onu zor durumda bırakmıştım. Daha sonra yaptığımın bencilliğini anlamış ve hem ondan hem de kendimden utanmıştım. Bir daha yüzüne bakamayacağım için o kişiden uzaklaşmış onun çevresinde olmamaya özen göstermeye başlamıştım. Yıllar yıllar sonra, onunla hiç beklemediğim bir zaman ve bir yerde karşılaştım, kaçamadım. Bana sıcak, saygılı ve yakın davrandı. Cesaretimi topladım, sadece ikimizin olduğu bir mekân bulup, tüm samimiyetimle daha önce yaptığım davranışım için kendisinden özür diledim.
Bana baktı, gülümsedi ve “Sen özünde iyi bir insansın; iyi insanlar da ara sıra kötü şeyler yaparlar. Ben seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim, dedi. Gözlerim nemli ve içim minnet dolu oradan ayrıldım.
İçime baktım; eskiden bana yapılan şeylerden dolayı içimde alınma, gücenme ve öfke olan kişileri düşündüm. Evet, öyle insanlar vardı; sayıları çok değildi, ama vardı. Ve ben onları affetmemiştim. Kinliydim. Ve onların da gençlik dönemlerinde zor durumlarda benim gibi kötü davranabileceklerini hesaba almadığımı gördüm. Ve nihayet bir gün biriyle buluşma imkânı bulup, kendisini özlediğimi, görüşürsek mutlu olacağımı söyledim. İnanamadı. Gözüme baktı. Gözleri, neden, der gibi bakıyordu. Bana söylenenin aynısını söyledim: “Sen özünde iyi bir insansın; iyi insanlar da ara sıra kötü şeyler yaparlar.” Gözü nemlendi, bir şey söylemeye çalıştı, söyleyemedi, gitti. Daha sonra mektup yazmış, “Sen beni affettin, şimdi ben kendimi nasıl affedeceğim, onun arayışındayım” diyor.
Kin gütmek mi, yoksa anlayışlı ve şefkatli olmak mı? Önemli bir soru. Sizin yaşamınıza hangisi yön verecek?
Ailede karı koca ilişkilerinde, ana baba çocuk ilişkilerinde, mahallede komşuluk ilişkilerinde, okulda, şirkette, iyi insanların ara sıra bazı koşullarda kötü şeyler söyleyip kötü davranabileceklerini hatırlamak ister misiniz?
“Sen özünde iyi bir insansın; iyi insanlar da ara sıra kötü şeyler yaparlar. Ben seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim,” diyen o insana minnettarım; benim daha iyi bir insan olmama derinden katkısı oldu.
Kendisine minnettarım.
Doğan Cüceloğlu



3--- SİZİN ÇİVİNİZ YETERİNCE ACITIYOR MU?



                                                                 
Genç bir adam yolda yürürken kaldırımda yatan bir köpek görmüş, köpek sanki ağlıyormuş gibi ıyyk ıyyk diye sesler çıkarıyormuş.
İyice yaklaşınca köpeğin çivili bir tahtanın üzerine yattığını görmüş, çivi köpeğin tam karnına batıyormuş…
Hemen orada duran yaşlı adama sormuş:

-Amca bu köpek ağlıyor mu?

-Evet, demiş yaşlı adam, öyle gözüküyor.

-Neden? diye sormuş genç adam,

-Görmüyor musun demiş yaşlı adam, çivili tahtanın üzerine yatmış, o batıyor herhalde.

-Peki o zaman neden kalkmıyor?

Yaşlı adamın cevabı bence çok anlamlıymış:

-Kalkacak kadar acıtmıyor demek ki!

Eğer şu anda hayatınızda bir sorun veya değiştirmek istediğiniz bir durum varsa ve hiçbir şey yapmıyorsanız iki ihtimal vardır: 
Ya o çivi sizi yattığınız yerden kaldıracak kadar acıtmıyordur ya da batan çivinin acısı, değişim korkunuzun acısını henüz geçmemiştir.

O çivi insana bazen öyle sert batar ki insan en olumsuz, en namüsait durumlarda bile birdenbire yerinden fırlar ve kendine yepyeni bir dünya kurar…



26 Haziran 2018 Salı

FİKRİN DÜZELMEZSE ZİKRİN DE DÜZELMEZ - HARİKA ÖĞRETMENLERDEN - SALİHA ERDİM'DEN



FİKRİN DÜZELMEZSE ZİKRİN DE DÜZELMEZ 

Kızım, uzunca zamandır hep bir şeylerden şikâyet ediyorsun. Tavsiyelerimi dinliyorsun ama kendi bildiğini yapmaya devam ediyorsun. Sana, yaptıklarının dışında bir şey söylediğimde itiraz ediyorsun ve yaptıklarının devamını sağlayacak savunmalar yapıyorsun. Seni konuşturan, bir şeyleri isteten ya da hayır dedirten düşüncelerin, senin hangi yolda ve hangi yoldaşlarla yürüyeceğinin de ifadesidir. Söylemler eylemleri besler. Yaptıklarını savundukça ve aynı bilgi kaynaklarından beslendikçe, sonuçların değişmesi mümkün değildir. Sen haklı bulunmak, onaylanmak istiyorsun. Tamam, seni onayladım, ‘Çok haklısın kızım’ dedim. Bu sana nasıl bir çözüm getirecek? Seni anlık rahatlatan şeylere değil, senin şikâyetlerini en aza indirecek şeylere yönelmelisin.

Soru sormuyor, sadece şikâyet ediyorsun, farkında mısın? Meselâ, ‘Yavrucuğum çocuklarına biraz daha sakin ve sevecen yaklaşırsan hem sen strese girmezsin hem de çocukların seni dinler ve anlar’ diyorum. Sen hemen, ‘Sakin olursam beni ciddiye almazlar’ diyorsun. Şimdiye kadar söylediğin gibi davrandın. Senin dediğin gibi olsaydı şimdi şikâyet ediyor olmamalıydın. Eşine karşı hürmetli saygılı ol diyorum, ‘O bunu hak etmiyor’ diyorsun. Böyle davranmanın doğru olduğunu kim söyledi, bu bilgilerin kaynağı ne? Bir şey doğruysa, sonuçlarından belli olur. Sen iyi bir şey yapıyor olsan, bu seni çoğunlukla sakin, anlayışlı ve sevecen yapar. Hep gerginlik içindeysen, hep şikâyet ediyor hiç memnun olmuyorsan, hep çevrendekilere bakıyor, hiç kendine bakmıyorsun demektir. Kendini görmeyenlerin gözü, karşısındakilerdedir. Karşısındakilere bakan da genellikle eksik, yanlış ve hataları görür. Allah herkesi önce kendinden hesaba çekecek. Amel defteri tek kişilik, kabir tek kişilik yavrucuğum. Bu sebeple önce kendi bilgilerini sonra da eylemlerini düzeltmeye bakmalısın.

Eğer sana yapılan tavsiyeleri ciddiye alıp, değerlendirmezsen, şikâyetlerin hep devam eder. Çünkü, sen kendini değiştirmeye yanaşmıyorsun demektir. Karşılaştığın sıkıntılarda, hemen suçlamaya değil, önce kendi yaptıklarına ve sonuçlarına bakmalısın. Doğru soru doğru cevaba, doğru cevap da doğru davranmaya götürür. En son ne zaman, kendini daha iyi insan yapacak bilgilerin arayışına girdin? En son ne zaman, ‘Ben doğru davrandığımı zannediyorum ama ya yaptıklarım yanlışsa ve ondan dolayı ben yanlış karşılıklar alıyorsam?’ diye düşündün? Evde sürekli temizlik, düzen, çocukların yeme içmeleri ve sana itaat etmeleri üzerine odaklanıyorsun. Kendi mutluluğunu, dinlenmeyi, eşinle zaman geçirmeyi ve çocuklarınla sarmaş dolaş çok özel zaman geçirmeyi hiç aklından geçirdin mi? Geçirmedin çünkü bu düşünerek, doğru sorarak ve okuyup dinleyerek bu günkü zihin yapına yeni bilgiler ilâve ettiğinde olacak bir düşünce biçimi. Yani değerli ve akıllı kızım, canım yavrum, fikrin değişmeli ki zikrin de değişsin. Yeni bilgiler kazanmalısın ki, eski ve yanlış bilgilerin hükümranlığı bitsin. Kendine değer vermelisin ki, başkalarından da değer göresin.

‘Hep ben mi hatalıyım, niçin eşime ve çocuklarıma da bir şey demiyorsun?’ diyorsun ya. Yaptıklarını daha İYİSİYLE DEĞİŞTİRMEDEN sana gelenler DEĞİŞMEZ de onun için önce sen kendinden başla diyorum. Çünkü, ‘Hayat hİçbİr zaman ALIŞVERİŞ DEĞİL ve fakat daİma VERİŞ ve alıştır. Bunun için de, içindekiler düzelsin ki dışa yansıyanlar düzgün olsun. Bunun içinse, ‘Ben de hatalı olabilirim, ne yaparsam doğru olur? Ben hangi kitapları okumalı, kimleri dinlemeyim? Ben kimlerden olumsuz etkileniyorum, kimlerin fikirleri beni yanlışa sevk ediyor?’ diye düşünüp, zarar veren kaynaklardan uzaklaşmalı, vaktini dolduran, çalan ve seni yanlış fikirlerle bezeyen her ne varsa, onlar ile hayatına kalın ve kırmızı bir çizgi çekerek mesafe koymalısın.

Sen hayatının en baş aktörüsün. Hayatını doğru yönetmek İstİyorsan, doğru bİlgİ, doğru çevre ve duaya sarılmalı, kendİnİ korumaya almalısın. Bunu sen yapmazsan, SENİN adına KİMSE yapamaz. O halde, önce kendini suçlamadan, yargılamadan hata yapma payı tanıyarak ve o noktada fazla oyalanmadan hemen şimdi daha iyi neler yapabilirim diye sor ve tabiri caizse, yeniden başla. Göreceksin ki inşallah her şey daha iyi olacak canım kızım. Bil ki, İnsanı asıl savuran şey yanlış yapması DEĞİL, doğruyu aramamasıdır.    

salİha erdİm 

(KAYNAK: WWW.dİRİLİŞpOSTASI.com 26 Hazİran 2018 tarİhlİ köşe yazısı) 

15 Şubat 2018 Perşembe

BİN AYNALI DAĞ - DÜŞÜNDÜĞÜN GİBİ - SEN NE AĞACISIN?


   ÜÇ HİKAYE, TEK MESAJ...




1. HİKAYE: BİN AYNALI DAĞ


Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ´Bin aynalı dağ´ denilen bir dağ vardı. Bu dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yaşayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sonra da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı.
Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.
Nihayet gün karardı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı. Dağdan inerken kendi kendisine; "Burası harika bir yer! Buraya sık sık geleceğim" diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat daha arttı...
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar gelip de yukarıya baktığında, şikâyete başlamıştı bile. Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını öne eğmişti. Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı. Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaçarak inerken kendi kendine; "Burası korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim." diyordu.
Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile.
Levhada şöyle yazıyordu:
"Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde; hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz..."



2. HİKAYE: DÜŞÜNDÜĞÜN GİBİ


Bir yolcu, yolun kenarındaki tarlasında çalışan yaşlı bir köylüyle karşılaştı. Biraz dinlenmek isteyen yolcu, köylüyü selamladı ve onun da bir iki dakika nefeslenmek için doğrulduğunu gördü. Belli ki yaşlı köylü de biraz sohbet etmek istiyordu.
 “ Sizin köyde nasıl insanlar yaşar?” diye sordu yolcu.
 “ Peki, senin geldiğin yerde ne tür insanlar var?” diye soruyla karşılık verdi yaşlı adam.
 Çok kötülerdir. Hepsi sorun çıkartırlar, üstelik tembeldirler. Dünyanın en bencil ve güvenilmez insanları benim şehrimde yaşar. O sahtekârlardan kurtulduğum için ne kadar sevinçliyim bilemezsin!”
“Öyle mi?” dedi yaşlı köylü yolcuyu süzerek. “Şey, korkarım bizim köyde de aynı türden insanları bulacaksın.”
Hayal kırıklığına uğradığı belli olan yolcu oradan ayrıldı, köylü de işine döndü.
Aradan çok geçmemişti ki, köylü aynı yönden başka bir yolcunun gelmekte olduğunu gördü. O da selam verdi. Köylü onunla da laflamak için işine ara verdi. Bu yolcu da bir öncekiyle aynı soruyu sordu:
Sizin köyde ne tür insanlar yaşar?”
Ve köylü ona da aynı soruyla karşılık verdi:
Peki senin geldiğin yerdeki insanlar nasıldı?”
Onlar dünyanın en iyi insanlarıydı. Çalışkan, dürüst ve dost canlısı. Onlardan ayrıldığım için o kadar üzgünüm ki.”
“ Korkma” dedi köylü. “Bizim köyde de benzer insanlar bulacaksın.”




3. HİKAYE: SEN NE AĞACISIN?


İki köylü tarlalarında; biri domatesleriyle meşgul, diğeri kavunlarıyla... Öğle vakti yaklaşırken birkaç domates seçip getiriyor ilk köylü. “Komşu, yemeğine katık edersin” deyip kavun tarlasının köşesine bırakıyor... İkisi de memnun...
Sonraki gün tekrar domates koyuyor ilk köylü sınıra; “Komşu, afiyet olsun” diyerek. İkisi de mutlu... Daha sonraki gün gene birkaç domates var sınırda ve sonraki gün ve ardından sonraki günler de...
Kavun tarlasının sahibi acaba kaçıncı gün bu ikramlara mukabelede bulunur? O da kendi tarlasından bir kavun getirip koymaz mı komşusunun önüne?
Veya kiraz ağacının sahibi olan bağcı, komşusunun erik ağacının dalına bir torba kiraz asıyor. Sonraki gün yine ve sonraki gün yine... Diğer ağacın sahibi de acaba erik toplamaz mı kendi ağaçlarından; “Bunlar da benden sana” diyerek...

İnsanlar, iltifatlar ile besleniyorlar...
Fakat en zor da iltifatlarını sunuyorlar karşılarındakilere.

“Arkadaşım, günaydın. Bugün ne kadar güzel ışıldıyor gözlerin..." 
"Birader, böyle tıraş olmuş ve kravat takmış halinle çok profesyonel görünüyorsun...”
“Hanımefendi, dün giydiğiniz elbise size ne kadar da yakışmıştı...” Peki aynı kişi, aynı zamanda: “Yahu kadın, bugün giydiğin bu rezil kıyafet de ne” diyebilirdi! O zaman bu hanım nasıl cevap verirdi ve acaba bu sözü kaç sene bir sivri çivi gibi gezdirirdi ciğerinde?
“Aferin sana, çünkü kuşlara su koymayı ancak akıllı çocuklar düşünebilir..."
"Hey gençler, bugün ne kadar enerji dolusunuz..."
"Efendim, sizin ‘günaydın’ deyişinize bayılıyorum, günaydın...”

Bizim ihtiyacımız ne idi; bizler de insan olduğumuz için güler yüz, iltifat ve birkaç iyi söz... 
Peki bunu ne zaman alabiliriz karşımızdaki insanlardan?
Verdiğimiz zaman!


***************


"Sana nasıl davranmalarını istersen, sen de başkalarına öyle davran. Fakat ilk iyi davranışı sen yap." David Hume

"ÖNCE SEN BAŞLA VE BUNDA ACELE ET. Sen başlamazsan muhatabın başlar. İyi başlarsa sevap fırsatını kaçırmış olursun, kötü başlarsa iyiye yöneltme fırsatını kaçırmış olursun." Saliha Erdim


1 Şubat 2018 Perşembe

BU DA GEÇER YA HU - YAŞLI ADAM VE BEYAZ ATI - BİLGELİK HİKAYELERİ

Bu da Geçer Ya Hû!   

“İyi günler de gelir geçer, kötü günler de...” Firdevsi

Not: Yüzükteki yazı, alttan da üstten de aynı şekilde okunuyor...

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler. 
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hİçbİr şey olduğu gİbİ kalmaz. Bazen görünen, gerçeĞİn ta kendİsİ değİldİr.  Bu da geçer

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir’den söz eder.  “Haa o Şakir’mi?” der köylüler,  “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…”


Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır:
“Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.  Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bİr yüzük kİ, mutsuz olduğunda umudunu tazelesİn, mutlu olduğunda İse kendİsİnİ mutluluğun tembellİğİne kaptırmaması gerektİğİnİ hatırlatsın Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş,  Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu.  Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.

‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı, bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.

Yukarıdaki yazı, Bilgelik Öyküleri kitabından alıntıdır...

 “Bu da geçecek… Çok güzel deyiştir bu. Zira kötünün bir şekilde daima gideceğini ve ayrıca iyi dönemlerin tadını çıkarmamız gerektiğini biliyorsunuzdur; çünkü onlar da geçecektir.” TOWNSEND

“Hayatın her mevsiminin tadını çıkar. Kışın beyaz güzelliğinin de, yazın sıcak ve nemli günlerinin de zevkini çıkar. Her mevsim, her gün, her an gelir geçer ve hiçbiri asla birbirinin aynı ya da tekrarı değildir. Kış soğuğunun ortasında yazı, yazın bunaltıcı sıcağında kışı özlemek yerine, her mevsimi kendi güzelliğiyle kabul et.” Dan Millman


"Sana bir iyi bir de kötü haberim var: İyi haber, kötü olan her şeyin bir sonu var; kötü haber, iyi olan her şeyin bir sonu var!" Mümin Sekman


Aşağıdaki güzel hikayenin de benzer bir mesajı olduğunu düşünüyorum:



YAŞLI ADAM VE BEYAZ ATI

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki… Kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş; ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, sadece bir at değil benim için, bir dost aynı zamanda. İnsan dostunu satar mı?” demiş. Bir sabah kalkmışlar, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp” deyin. “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.

Aradan 15 gün geçmiş ve at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler. “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.”

 “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.”

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ancak içlerinden “Bu ihtiyar sahiden saf” diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini sağlayan oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.

 “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağını asla bilemezsiniz”

Birkaç hafta sonra düşmanlar hanedanlığa çok büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere gönderme emrini vermiş. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması,şanssızlık değil şansmış meğer…”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece ilahi adalet biliyor.”

Yaşlı ihtiyar öyküsünü şu nasihatle tamamlıyor:

“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Lao Tzu

31 Ocak 2018 Çarşamba

AKIL SAĞLIĞINIZI KORUMAK İÇİN SÜREKLİ ŞİKAYET EDEN İNSANLARDAN UZAKLAŞIN!

Yakınmanın beynİnİzİ nasıl ETKİLEDİĞİNİN farkında mısınız? - Klİnİk psİkolog Hİlal Çerçel’İn yazısı




Yakınma deyince aklınıza eminim hızlıca gelebilecek bazı yüzler vardır. Bu kişiler sıkıntılı, huzursuz duygu durumları, daha çok felaket senaryolarını içeren olumsuz bakış açıları, karamsar ve söylenen halleriyle zihnimizde yer etmişlerdir. Biz onların bardağın boş tarafını görme eğilimi olduğunu düşünürken, onlar sıklıkla kendilerinin “gerçekçi” olduklarını savunurlar.


Evet, çok parlak gündemi olan bir ülkede yaşamıyoruz, dünyanın pek çok diğer yerinde de hayat pek yolunda gitmiyor. İnsanlığın üzerinde durduğu dalı kesmeye devam ettiği aşikâr. Ancak tablo böyle olmasa dahi gündelik olaylarda, ilişkilerde önce olumsuzlukları gören ve bunu tekrar ve tekrar dert edinen ve psikolojideki karşılığı ile olayları bir çeşit DÜŞÜNSEL GEVİŞ GETİRME (ruminasyon) şeklinde yaşayan kişiler var. Ve bu hal yavaş ve derinden, önce kişiyi sonra toplumu hasta ediyor. Şöyle düşünün; insanlar daha çok duygusal beyinleri ile karar alıyorlar ve kaygı ile sıkıntı insanlar arasında en çabuk bulaşan duygularken, bu olumsuz düşünme hali insan bünyesini nasıl etkiler? Giderek daha çok kişinin olumsuz düşündüğü, yakındığı ve sıkıntılı ruh haline sahip olduğu bir toplum nasıl bir organizmaya dönüşür ya da “Nasıl çıkılır bu şekilde karanlıklardan aydınlıklara?”


Kişilerarası ilişkilerdeki olumsuz davranışlar, özellikle de yakınma, alay etme, zorbalık davranışları üzerine çalışan sosyal psikolog Dr. Robin Kowalski, yakınmanın bugünlerde kültürün bir parçası olduğunu, birçok kişinin hiç farkında dahi olmadan süreğen şekilde yakındığını söylemektedir. Burada bir parantez açmak gerekirse tabii ki bunu zaman zaman herkesin biraz yapmasında hiçbir gariplik yoktur. Problemli olan, bazı kişilerin “kronik yakınmacılara” dönüşmüş olması ve bunun bir çeşit “olumsuzluklarla baş etme mekanizması olarak kullanılmasıdır. Oysa yakınmak bir baş etme şekli değildir, dahası yakınma, beynin fizik yapısını kaygılı ve depresif olma yönünde yeniden şekillendirirken, eylemsizliğe giden yolu açan ve sonuçta toplumu işlevsizleştiren bir etkiye sahiptir. Araştırmalar sürekli “pozitif olma” yönündeki zorlamanın sağlıksızlığı kadar, yakınma şeklinde dışa vurulan olumsuz düşünme şeklinin de sağlıksızlığından bahsetmektedir.


Peki “yakınma” beyni nasıl etkiler?

Yakınmanın beyin üzerindeki etkisini anlayabilmek için basitçe beynin birkaç çalışma prensibini bilmeliyiz. Mesela:


Birlikte ateşlenen nöronlar (sinir hücreleri) birlikte bağlanır!

Nöropsikolojinin babası olarak görülen Donald O. Hebb, nörofizyolojik öğrenme kuramında; öğrenmede, duyguların ve nöronlar (sinir hücreleri) arasında kurulan etkileşimin öneminden bahsetmiştir. Yani bir şey düşündüğümüzde veya bir duygu ya da beden duyumu hissettiğimizde, beynimizde binlerce nöron tetiklenmekte ve bir nöral ağ oluşturmak için bir araya gelmektedir. Yaşam deneyimleri sonucu oluşan tekrarlayıcı düşünceler; beynin aynı nöronları tetiklemeyi öğrenmesini sağlar. Yani pratik ettiğinde ustalaşır. Dolayısıyla basitçe, zihninizi sürekli eleştiri, endişe ve mağduriyet ile meşgul tutarsanız, beyniniz benzer durumlarda aynı düşünceleri getirmeyi daha kolay bulacaktır. Çünkü beyin, düşünce örüntüleri ile karşılaşılan durumlara olumlu ya da olumsuz tepki verilmesi arasında bağlantılar kurar. Böylece düşünceler beyni yeniden şekillendirirken, aslında gerçekliğin fiziksel yapısı da değişmeye başlar.


En kısa yol yarışı kazanır!

Daha güçlü bağlanan nöronlar (daha sık düşünme yoluyla) bizim kişiliğimizi belirleyen bileşenleri (zeka, beceriler, yatkınlıklar, en kolay ulaşılabilen düşünceler gibi) temsil etmeye başlar. Şöyle düşünün; topu birbirlerine atan iki çift var. Bir çift birbirine 10 adım uzaklıkta diğer çift 100 adım uzaklıkta duruyor. Her çiftten bir kişi karşıda bekleyen partnerine tam olarak aynı anda ve aynı hızda topu atıyor. Topu ilk yakalayan takım, kişisel kararınızı ve ruh halinizi belirleyecek olandır. Sizce hangi takım topu önce yakalar? Temel uzaklık, zaman ve hıza yönelik fizik kuralları der ki, 10 adım uzaklıkta olan her zaman önce yakalar. Bu basitçe, düşüncelerin de nasıl çalıştığının örneğidir. Düşünceler tekrar edilme yoluyla, sizin eğilimlerinizi temsil eden nöron çiftlerini birbirine daha yakın hale getirir ve bir fikir oluşturmanız gerektiğinde her zaman alacağı mesafe daha yakın olan kazanır. Yani siz kendinizi sıklıkla önce olumsuz ihtimali düşünürken buluyor olabilirsiniz.


AYNA NÖRONLAR

1990’larda maymunlarla yapılan deneylerde fark edilen ve sinirbilimci Vilayanur Ramachandran’ın Bilim dünyası için DNA'nın keşfinden daha önemli bir aşamadır” dediği ayna nöronlar; beyinde bir hareketi kendimiz yaptığımız ve aynı hareketi yapan birini gözlemlediğimiz durumların her ikisinde de aynı şekilde ateşlenen nöronlar olduğunu öğrenmemizi sağlamıştır. Yani sadece izleyerek de beynimizde yaptığımızda olduğu gibi aktive olan bölümler söz konusudur. DOLAYISIYLA BEYNİ DEĞİŞTİREN SADECE KENDİMİZ DEĞİLİZ, BAŞKALARININ YAPTIKLARI VE SÖYLEDİKLERİ DE AYNI ETKİYİ YAPABİLME GÜCÜNE SAHİP. İlginç olan bunun sadece davranışa özgü bir durum değil, duygular için de geçerli olmasıdır. Yani biz birinin herhangi bir duyguyu (öfke, üzüntü, mutluluk gibi) yaşadığını gördüğümüzde, beynimiz o kişinin ne yaşadığını canlandırabilmek için aynı duyguyu çağırmaya çalışır. Bunu da beynimizdeki aynı nöronları ateşleyerek yapar. Böylece gözlemlediğiniz duygu ile ilişki kurabilirsiniz. Buna esasen EMPATİ diyoruz. Bu durum üzgün biri ile karşılaşınca üzülmemizi, öfkeli kişiler arasında daha gergin ve öfkeli oluşumuzu, biri esneyince esnememizi açıklıyor. DOLAYISIYLA SADECE SİZİN DEĞİL, ÇEVRENİZDEKİLERİN DE NASIL DÜŞÜNDÜĞÜ VE HAREKET ETTİĞİ ÖNEM KAZANIYOR. Yine burada yakınlarımızın zor zamanlarında yanında olmayacağımız, onları dinlemeyeceğimiz ya da hayatımızdaki olumsuzlukları konuşmayacağımız anlamına gelmediği ile ilişkili bir parantez daha açmak gerektiğini düşünüyorum. Aksine olumlu ya da olumsuz her duygunun yaşanması ve paylaşılması (daha önce diğer yazılarda da belirttiğim gibi) sağlıklıdır. Problemli olan, tekrar ve tekrar aynı olumsuz düşünceyi tıpkı geviş getirircesine düşünme ve yaşama halidir!


Stres hormonu: Kortizol

Bahsettiğimiz tüm bu olumsuz bakış açısı ve gelip-geçici konulara ilişkin yakınma hali, aslında sonuçta hemen her zaman strese neden olmaktadır. Ve beyin stresle ilişkili nöronları ateşlediğinde bağışıklık sistemi zayıflamakta, kan basıncı yükselmekte, öğrenme ve hafıza süreçleri olumsuz etkilenmekte ve kolestrol, obezite, kalp hastalıkları gibi pek çok olumsuz durum oluşabilmektedirKronik stres ve yüksek kortizol düzeyi, ruhsal hastalık riskini arttırırken, dayanıklılığı azaltmaktadır.
Eğer bu tür bir kronik yakınma halinin içinde olduğunuzu düşünüyorsanız, aşağıdakileri deneyerek bir değişim sürecini başlatabilirsiniz:


·  Yakınmaya başladığınız anda kendinizi yakalayıp durdurarak,
· Kendinize hayatınızdaki olumlu şeyleri daha sık hatırlatarak (olumlu düşünmenin mesafesini kısaltma pratiği; birbirine 10 adım uzak olan çift örneğini hatırlayarak)
· Yakınmak yerine “eleştirel düşünmeyi” öğrenerek (genellikle olumlu değişimler eleştirel düşünme ile gelmektedir).

Sonuç olarak beynin tüm bu çalışma prensiplerine bakıldığında olayları, kişileri ve durumları değiştiremediğimiz zamanlarda ne yapabileceğimizin” FORMÜLÜ nettir: Kendi düşünme şeklimizle uğraşmak ve “kronik yakınmacılara” ya bu hali fark ettirmek ya da uzak durmak! Karanlıklardan aydınlıklara çıkmanın tek yolu, akıl sağlığımızı koruma sorumluluğunu unutmamak ve ilham veren, motive eden, eleştirel düşünmeyi öğreten ve teşvik eden ortamlarda bulunmaktır. Aksi durumda giderek artan bir olumsuzluk sarmalında daha kötü hissetme ve negatif hipnoz altında hareketsiz kalma ihtimali oldukça yüksek görünmektedir Daha güzel günler yakınanlarla değil, olumlu düşünüp harekete geçenlerle mümkün olabilecektir.

Yazarın kullandığını belirttiği kaynaklar:
http://theheartysoul.com/complaining-brain-negativity/
http://www.curiousapes.com/the-science-of-happiness-why-complaining-is-literally-killing-you/

Yazan: Klinik psikolog Hilal Çerçel




Ayrıca tam bu noktada, "şikayet" konusuna doğru bir bakış açısı sunan Psikolog Guy Winch'in "Şikayet terapisi" adlı kitabının tanıtım yazısını buraya eklemek isterim. Şikayet edeceksek bu şekilde edelim diye... :

“Şikayet edecek ne kadar da çok şey var; ama küçük, ama büyük! Peki, şikayet edince sonuç alabiliyor musunuz? Yoksa örneğin müşteri temsilcisine ulaşacağım derken sinirden başınıza ağrı mı saplanıyor? Şikâyet bir yakınma, bir mızmızlanma veya iç boşaltıp rahatlama değildir. Bir şeyi değiştirmek için çaba göstermek ve sonuç almaktır.


 Psikolog Guy Winch, on yıl boyunca yürüttüğü bir psikoterapi çalışmasından sonra kaleme aldığı kitabında şikayetin nasıl etkili bir şekilde kullanılacağını ve daha da önemlisi nasıl bir terapi haline gelebileceğini anlatıyor. Şikâyet önemlidir; kişisel yaşamımızı iyileştirmek, geliştirmek için araç haline gelebilir. Kendimizi, hakkını savunabilen, karşısına çıkan sorunları aklını kullanarak çözebilen, her güçlüğün altından kalkabilen etkin bir birey olarak görmemizi sağlar. Sessiz kalmayıp düşündüklerimizi açıkça söylemek öz güvenimizi artırır, yeterlilik duygumuzu güçlendirir.
Şikâyeti bir sıkıntı kaynağı, bir sorun olarak görmekten çok bir fırsat olarak görebilirsek özgüvenimiz ve özsaygımız yükselmekle kalmaz, sosyal ilişkilerimiz gelişir, zenginleşir, dostluklarımız derinleşir. Yolunda gitmeyen bir şey varsa istediğinizi elde edinceye kadar şikâyet etmeye devam edin! Ama bilinçlice ve çözüm odaklı olarak!”





Bu arada aynı konuda internette dolaşan ve Frank Sinatra'ya ait olduğu söylenen şu güzel yazıyı da paylaşmadan geçmek istemedim:


Çevrene pozitif enerji yayan biriysen eğer daha dikkatli olacaksın. 

Kafalarında yarattıkları saçma bir dünyayı senin kafana geçirerek enerjini çalmalarına izin vermeyeceksin.

Hayatta sadece sorunları olduğunu düşünenleri anlamak zorunda bırakmayacaksın kendini. Hayatın gerçek bir mucize olduğunu, şiir gibi güzellikleri bağrında taşıdığını, hayatın her insana bir şekilde gülümsediğini anlamayanlarla uğraşmayacaksın.

İlişkilerinde sadece sorunlarını dile getiren, yaşadıkları onca güzelliği yok sayan insanlara bir dakikanı bile ayırmayacaksın.

Hakkında hiç bir şey bilmedikleri halde konuşmaya kalkanları susturacaksın.

Değerinin farkında olmayanlardan uzak duracaksın. Değerini bilerek yok saymaya çalışanlara ise haddini bildireceksin.

Fındık kabuğunu doldurmayan işlerle boğuşmanı sağlamaya çalışan insanları sileceksin defterinden.

Gülüşlerini çalmaya kalkanları çıkaracaksın hayatından.

İlişkileri bir yük haline getirenleri uzaklaştıracaksın yanından ve ilişkinin mutluluk getirmesi gerektiğini yazacaksın kafana.

Velhasıl, onca yılını vererek ışıl ışıl bir enerji deposuna çevirdiğin beynini düşünerek, beyinsizlere ezdirmeyeceksin kendini..