HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


16 Mayıs 2012 Çarşamba

SAFAHAT VE KADER ANLAYIŞI - İNANCI - MEHMET AKİF ERSOY KADER VE TEVEKKÜL ANLAYIŞI

SİZİN DE KADER İNANCINIZ MEHMET AKİF’LE AYNI MI?  

SAFAHAT'TA YER ALAN, SADİ’DEN HARİKA BİR HİKAYE 


“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(… hizmetçin iken)
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…)
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir)
Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! (… kâfirleri yerle bir edecek)
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O)
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …)
Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete… Ha?

Yehûd Üzeyr´e, Nasârâ Mesîh´e ibnu’llâh (Yahudiler Üzeyr’e, Hıristiyanlar İsa’ya Allah’ın oğlu)
Demekle unsur-i tevhîd olur giderse tebâh, (Deyince, Allah’ın birliği ilkesi bozulup yok oldu; )
Senin bu kopkoyu şirkin, sığar mı îmâna? (Peki senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana)
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân´a? (Tevekkül, böyle hükmetmek midir Yaradan’a? )
Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur´ân…
Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!
Bütün evâmire i´lân-ı harb eden şu sefih, (Bütün yüce buyruklara savaş açan şu serseri, )
Mükellefıyyeti Allah´a eyliyor tevcîh! (Allah’a havale ediyor yükümlülükleri!)
Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin,
Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin?
Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba, (…sebeplere)
Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba? (başarıya…)
Hamâkatin aşıyor hadd-i i´tidâli, yeter! (Ahmaklığın normal sınırları aştı, yeter!)
Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!
“Kader” senin dediğin yolda Şer´a bühtandır. (Senin anladığın “kader” şeriata iftiradır; )
Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır.
Kader ferâiz-i îmâna dahil… Âmenna… (Kader, imanın farzlarından biridir… tamam…)
Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma´nâ.
Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda, (Kader: gerekli şartlar oluştuktan sonra, )
Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a’yânda. (Mümkün olanın gerçekleşip çıkmasıdır ortaya. )
Niçin, nasıl geliyormuş… O büsbütün meçhûl; (… onu bilen yok)
Biz ihtiyârımızın sûretindeniz mes´ûl. (Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak)
Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh; (…. o sırrı araştırmak)
Senin vazîfen itâ´at ne emrederse İlâh. (Senin görevin, Allah’ın buyruklarına uymak)
O, sokmak istediğin şekle girmesiyle kader;
Bütün evâmiri Şer´in olur bir anda heder! (Şeraitin tüm emirleri bir anda yok olup gider)
Neden ya, Hazret-i Hakk´ın Resûl-i Muhterem´i, (Yoksa neden Yüce Allah’ın sevgili Peygamber’i, )
Bu bahsi men’ ediyor mü´minîne, boş yere mi? (Bu konuyu yasaklıyor müminlere, boş yere mi? )
Kader deyince ne anlardı dinle bak Ashâb: (…sahabe)
Ebû Ubeyde’ye imdâda eylemişti şitâb, (Bir zamanlar Ebu Ubeyde’nin yardımına koşmak)
Maiyyetindeki askerle bir zaman Fârûk. (İçin, emrindeki askerle yola çıkmıştı Halife Ömer.)
- Tereddüt etme sakın, çünkü vak´a pek mevsûk – (…, çünkü olayı doğruluyor belgeler-)
Tarîk-i Şam´ı tutup doğru “Surg”a indi Ömer. (Şam yolunu tutup doğru “Surg”a indi Ömer)
Ebû Ubeyde hemen koştu alması ile haber.
Halife, Hazret-i Serdâr´a “Nerdedir ordu? (Halife, başkomutanına: Nerdedir ordu? )
Ne yaptınız? Yapacak şey nedir? ” deyip sordu.
Ebû Ubeyde; “Vebâ var!” deyince askerde;
Tevâbi´iyle Ömer durdu kalkacak yerde. (Ömer emrindekilerle birlikte durdu, kalkacak yerde. )
"Vebâya karşı gidilmek mi, gitmemek mi iyi?"
Muhâcirîn-i kirâmın soruldu hep rey´i. (Muhacirlerin soruldu düşüncesi bir bir)*
Bu zümreden kimi; “Maksad mühim, gidilmeli” der;
“Hayır, bu tehlikedir” der, kalan Muhâcirler.
Halife böyle muhâlif görünce efkârı; (Halife böyle birbirine aykırı görünce fikirleri)
Çağırdı: Aynı tereddüdde buldu Ensâr´ı. **
Dağıttı hepsini, lâkin sıkıldı… Artık ona,
Muhacirîn-i Kureyş´in müsinn olanlarına (Kureyş muhacirlerinin yaşlı olanlarına)
Mürâca´at yolu kalmıştı; sordu onlara da. (Danışma yolu kalmıştı; sordu onlara da. )
Bu fırka işte bilâ-kaydı-ı ihtilâf arada: (İşte bunlar, bir fikir ayrılığı olmadan arada: )
"Vebâya karşı gidilmek hatâ olur” dediler: (“Vebaya karşı gitmek yanlış olur” dediler; )
"Yarın dönün!” diye Ashâb´a emri verdi Ömer.
Ale´s-seher düzülürken cemâatiyle yola, (Seher vakti düzülürken askerleriyle yola)
Ebû Ubeyde çıkıp: “Yâ Ömer, uğurlar ola!
Firârınız kaderu´l-lâhtan mıdır şimdi?” ("Kaçışınız Allah’ın kaderinden midir şimdi?" )
Demez mi, Hazret-i Fâruk döndü: “Doğru" dedi;
"Şu var ki bir kaderu´l-lâhtan kaçarken biz,
Koşup öbür kaderul´lâha doğru gitmedeyiz.
Zemîni otlu da, etrâfı taşlı bir derenin
İçinde olsa deven yâ Ebâ Ubeyde, senin;
Tutup da onları yalçın bayırda sektirsen,
Ya öyle yapmayarak otlu semte çektirsen,
Düşün; Kaderle değildir şu yaptığın da nedir?"
Ömer bu sözde iken İbn-i Avf olur zâhir, (Ömer bunları söylerken İbni Avf oraya gelir, )
Hemen rivâyete başlar hadîs-i tâûnu (Hemen rivayete başlar veba hadisini)***
Ebû Ubeyde tabî´i susar duyunca bunu.
Muhâcirîn-i Kureyş´in, kibâr-ı Ashâb´ın, (Kureyş muhacirlerinin, büyük sahabilerin, )
Şerîat’ın koca bir rüknü: İbn-i Hattâb´ın: (Şeriatın koca bir direği olan Hazret-i Ömer’in; )
Kader denince ne anlardı hepsi, anladın a!…
Utanmadan yine kalkışma Hakk´a bühtâna. (iftiraya)

[Notlar:

*: Muhacir: Mekkeli müşriklerin zulmü yüzünden Hz. Muhammed’in emriyle Medine’ye göç eden Müslümanlar.
**: Ensar: Hz. Muhammed’in hicreti sırasında ona ve muhacirlere kucak açan, yardım eden Medineli Müslümanlar.
***: Veba hadis-i Şerifi: “Veba olan yere girmeyin, veba olan yerde iseniz çıkmayın”]


Tevekkülün, hele ma´nâsı hiç de öyle değil.

Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil.
Nihâyet oynayarak dîne en rezîl oyunu.
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!

Yazık ki: Çehre-i memsûha döndü çehre-i din: (Tanınmayacak hale geldi dinin çehresi)
Bugün kuşatmada İslâm´ı bir nazar: Nefrin. (Nefretle bakan gözler kuşatmada İslam’ı bugün)
Tevekkül inmek için tâ bu şekl-i mübtezele, (Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle)
Nasıl uyuttunuz efkârı, bilsem, ey hazele? (Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele? )
Nasıl durur aceb alnında Şer´-i ma´sûmun. (Nasıl durur acaba alnında tertemiz şeriatın)
Bu simsiyâh izi hâlâ o levs-i meş´ûmun? (Bu simsiyah izi hâlâ o uğursuz lekenin)
Tevekkül öyle yaman bir Şiâr-ı imandı. (iman işaretiydi)
Ki kahramân-ı fezâil denilse şâyandı. (Ki ona erdemlerin en üstünü dense yeriydi)
Yazık ki: Rûhuna zerk ettiler de meskeneti: (Yazık ki: Ruhuna aşılandı tembellik illeti; )
Cüzâma döndü, harâb etti gitti memleketi!

**********
**********
Cenâb-ı Hak ne diyor bak, Resûl-i Ekrem´ine:
"Bütün serâiri kalbin ihâta etse, yine, (Kalbin bütün sırları biliyor bile olsa, yine)
Danış sahâbene dünyâya âid işler için;
Rahîm ol onlara… Sen, çünkü, rûh-i rahmetsin.
Hatâ ederseler aldırma, affet, ihsân et;
Sonunda hepsi için iltimâs-ı gufrân et. (Dua et sonunda hepsinin bağışlanması için)
Verip karârı da azm eyledin mi… Durmayarak
Cenâb-ı Hakk´a tevekkül edip yol almaya bak."
Demek ki: Azme sarılmak gerek mebâdîde; (Demek ki: En başta azme sarılmak gerekir; )
Yanında bir de tevekkül o azmi teyîde. (Yanında tevekkül de olursa azim güçlenir. )
Hülâsa, azm ile me´mûr olursa Peygamber;
Senin hesâbına artık, düşün de bul, ne düşer!
Şerîatin ikidir en muazzam erkânı; (Şeriatın en büyük iki temel taşı bunlardır)
Kimin ki öyle müzebzeb değildir îmânı; (Kimin ki imanı öyle zayıflamış değildir)
Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder… (…, ikisini de bir sayıp sarılır)
Açıkça söyleyelim: Azm eder, tevekkül eder:
Ne din kalır, ne de dünya bu anlaşılmazsa…
Hem anlayın bunu artık, hem anlatın nâsa. (herkese)
Bu anlaşılmalı… Yâhud uzat bacaklarını,
Pamuklu şilteyi buldun mu, anma hiç yarını!
Ne olsa, pufla yataktan açılma tek bir adım;
İçin sıkıldı mı, gelsin boğuk boğuk “Bakalım
Cenâb-ı Hak ne yapar?” virdi yorgan altından! (…. sözü yorgan altından…)
Cenab-ı Hak ne yapar, bilmiyor musun o zaman:
Araştırır “Bakalım bir, kulum ne yaptı?” diye…
Kıvır da şilteyi öyleyse bak ilerlemeye.
Senin şu hâlini Sa´di ne hoş hikâye eder…

İşittiğin olacaktır ya… Neyse, dinleyiver:
Kalenderin biri köyden sabahleyin fırlar.
Arar nasîbini; avdette kırda akşamlar. (… dönüşte kırda akşamlar)
Fakat güneş batarak, ortalık karardıkça
Görür ki: Yerde yatılmaz, hemen çıkar ağaca.
Herif ağaçta iken bir iniltidir, işitir…
Bakar ki: Bir kötürüm tilkinin yanık sesidir.
Zavallı, pösteki olmuş, bacak yok işleyecek;
Boğazsa işlemek ister… Ne yapsın… İnleyecek!
Biraz geçince, kavî dişlerinde bir ceylân, (güçlü dişlerinde)
İner yakındaki vâdiye karşıdan arslan.
Yukarda çıkmaz olur, şimdi, yolcunun nefesi;
Tabîatiyle durur hastanın da inlemesi!
Yiyip şikârını arslan, dalınca ormanına; (Arslan avını yiyip dalınca ormana)
Sürüklenir, yanaşır tilki sofranın yanına;
Doyar efendisinin artığı ile, sonra yatar.
Herif düşünmeye başlar eder de hâle nazâr: (Herif bu duruma bakar da düşünmeye başlar)
“Cenab-ı Hak ne kadar merhametli, görmeli ki:
Açım! demekle amel-mânde bir topal tilki, (Açım deyince işe yaramaz bir topal tilki)
Ayağına gönderiyor rızkın en mükemmelini…
O halde çekmeli insan çalışmadan elini.
Değer mi koşmaya akşam sabah, yalan dünya?
Dolaşmayan dolaşandan akıllı… Gördün ya:
Horul horul uyuyor kahbe tilki, senden tok!
Tevekkül etmeli öyleyse şimdiden tezi yok.
Yazık bu âna kadar çektiğim sıkıntılara!… "
Sabâh olunca, herif dağ başında bir mağara
Tasarlayıp, ebedî i'tikâfa niyyet eder. (Bulur, oraya kapanıp ibadet etmeye niyet eder)
Birinci gün bakınır. Yok ne bir gelir, ne gider!
İkinci gün basar açlık, erir erir süzülür;
Üçüncü gün uyuşuk bir sinek olur büzülür.
Ölüm mü, uyku mu her neyse âkıbet uzanır; (…sonunda uzanır)
Fakat işittiği bir sesle silkinir, uyanır:
“Dolaş da yırtıcı arslan kesil be hey miskin!
Niçin yatıp, kötürüm tilki olmak istersin?
Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak,
Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak."

Mehmet Akif Ersoy


Mehmet Akif’in Safahat’ını övmeyi beceremem bile, o kadar değerli ki...
Benim için hem çok yararlı bir din kitabı, hem geçen yüzyılın tarihini (batı ülkelerinin ve İslam dünyasının karşılaştırmalarını da yaparak), insanlarımızın ve neredeyse tüm dünya insanlarının yaşam şekillerini anlatan, adeta o günlerde yaşıyormuşçasına o günkü toplum yapısını anlamama imkan veren muhteşem bir eser. (Özellikle bence 3. ve 4. bölümleri)
Hepinize Beyan yayınlarından çıkan ve kitabın sol sayfalarında orijinal metnin (Latince tabiki), sağ sayfalarında ise bugün anlayabileceğimiz bir dilde yapılmış çevirisinin bulunduğu muhteşem Safahat’ı hararetle tavsiye ediyorum.
Ben daha önceleri elimde bir Osmanlıca sözlük ve Orijinal Safahat’la tırmalayıp duruyor, uzun zamanlar harcayıp birkaç mısrayı –o da tam değil- zor anlayabiliyordum.
Bu sebeple Safahat’ı seven ama yeni çeviriden haberi olmayan arkadaşlar varsa, haberdar etmek istedim, eminim çok memnun kalacaklardır.

Safahat (Orijinali ve günümüz Türkçesi) – Beyan yayınları


Örnekler:

Sol sayfada orijinal metin: Tevekkül inmek için tâ bu şekl-i mübtezele,
Sağ sayfada çevrilmiş hali: Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle,

Sol sayfa: Nasıl uyuttunuz efkârı, bilsem, ey hazele?

Sağ sayfa: Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele?

Herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum.


Yukarıdaki çalışmayı, daha önce DİNİYAZILAR. COM sayfasında paylaşmıştım, burada da bulunsun istedim. Ayrıca herkesin dinle ilgili düşüncelerini, yazılarını paylaşabileceği güzel bir site. Belki siz de bir yazı ile paylaşımda bulunmak istersiniz... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sema'dan SEMAya DER Kİ: "Lütfen yorum yazmaya üşenmeyin; hepimizin moral ve motivasyona ihtiyacı var :) Ama paylaşımı hiç beğenmediyseniz, üşenmenizi anlayışla karşılayabilirim... Şaka şaka, her yoruma açığım; siz yeter ki yazın..." 😊 💖💖💖