FİZİKSEL SAĞLIĞIMIZI KORUDUĞUMUZ KADAR RUHSAL SAĞLIĞIMIZI DA KORUMAMIZ GEREK
Ünlü psikolog yazar Guy Winch, aşağıda tam metnini ve videosunu da paylaştığım TED konuşmasında, özetle şunları söylüyor:
Ünlü psikolog yazar Guy Winch, aşağıda tam metnini ve videosunu da paylaştığım TED konuşmasında, özetle şunları söylüyor:
“Beş yaşındaki bir çocuk bile, parmağında bir kesik oluştuğunda, o noktaya bir yara bandı yapıştırması gerektiğini bilir. Ona, dişlerini fırçalamazsa dişlerinin çürüyeceğini öğretiriz. Peki, fiziksel sağlımıza önem verirken, neden ruh sağlığımıza özen göstermiyoruz? Oysa psikolojik incinmişliğimiz, fiziki incinmelerden çok daha fazla… Kalbimiz kırıldığında da acil yardıma ihtiyacımız var.
Psikolojik sakatlanmayla başa çıkmayı öğrenmemiz gerek. (Bu video bunu öğretiyor)
Kendini mutsuz hisseden birisine “Boş ver, hepsi kafanın içinde; unut gitsin” diyoruz. Ama bacağı kırık birisine “Boş ver, hepsi bacağının içinde, unut gitsin” diyemiyoruz.
Reddedilme, başarısızlık, yalnızlık gibi ruhumuzu yaralayan noktalarla ilgilenmezsek, bu yaralar giderek daha kötü bir hal alırlar ve hayatımızı daha fazla etkilerler.”
Not: TED (İngilizce: Technology, Entertainment, Design), her iki yılda bir Kaliforniya, Monterey'de düzenlenen bir konferanstır. Bu konferansın varoluş amacı, farklı alanlardaki ileri derecede bilgi sahibi kişilerin, dünyanın önde gelen düşünürlerinin, kendilerini en fazla heyecanlandıran fikirleri paylaşmasıyla, bilgi alışverişine zemin oluşturmaktır.
GUY WINCH TED VİDEOSUNUN TAM METNİ!
İkiz kardeşimle
beraber büyüdüm, inanılmaz derecede sevecen bir kardeşti.
İkiz
olmak sizi bir konuda uzman yapar; iltiması
tespit etme…
Onun kurabiyesi
benimkinden azıcık olsun büyükse, kuşkulanırdım….
Açlıktan ölmediğim ortada...
Psikolog olunca farklı tür bir iltimas fark
ettim. O da vücuda, akıldan daha çok değer veriyor olmamızdı.
Psikoloji
doktoramı hak etmek için üniversitede 9 sene geçirdim. Kaç insanın kartvizitime
bakıp şöyle dediğini anlatamam: "Ha, psikolog. Yani gerçek doktor değilsin!" …. Adeta kartımda belirtilmesi gerekmiş gibi.
Vücudu
akıldan üstün tutan bu iltiması, her yerde görüyorum.
Geçenlerde
bir arkadaşımın evindeydim. Beş yaşındaki çocuğu, yatmaya hazırlanıyordu.
Tabureye çıkmış lavaboda dişlerini fırçalarken kaydı ve düşerken bacağını
tabureye sürterek çizdi. Bir dakika kadar ağladı. Sonra yerinden kalktı, tekrar
tabureye çıktı ve yara bandı kutusuna uzandı, yarasının üzerine bir bant yapıştırmak
için…
Bu
çocuk daha ayakkabısını bile zor bağlarken, yarasını kapatması gerektiğini,
böylece iltihaplanmayacağını ve dişlerine bakmak için günde iki kere
fırçalaması gerektiğini biliyor.
Hepimiz bedensel sağlığımızı ve diş
sağlığımızı nasıl koruyacağımızı biliyoruz, değil mi? Beş yaşından beri
biliyoruz.
Peki, zihinsel sağlığımızı korumak için ne
yapıyoruz?
Doğrusu, hiçbir şey!
Çocuklarımıza duygusal sağlık bilgisi
hakkında ne öğretiyoruz?
Hiçbir şey!
Nasıl olur da dişlerimize aklımızdan daha çok
zaman ayırırız?
Bedensel sağlığımız, zihinsel sağlığımızdan neden
çok daha önemlidir? Oysa psikolojik yaralanmalar, bedensel yaralanmalardan daha
sık başımıza gelir. Başarısızlık, reddedilme veya yalnızlık gibi
yaralanmalar… Ve onlar da, durumu görmezden gelirsek kötüleşebilir, hayatlarımızı
derinden etkileyebilir.
Psikolojik yaralanmalardan korunmak amacıyla
kullanabileceğimiz, bilimsel olarak kanıtlanmış teknikler olmasına rağmen kullanmıyoruz.
Kullanmamız gerektiği, aklımıza bile gelmiyor.
"Aa, canın mı sıkkın?
Salla
gitsin! İş kafanda bitiyor "
Bunu
ayağı kırık birine söylediğinizi düşünebiliyor musunuz?
"Yürü git ya! Altı üstü bacak!"
Bedensel ve psikolojik sağlımız arasındaki
boşluğu doldurma zamanı geldi. Şimdi ikisine de daha eşit davranma zamanı; tıpkı
ikiz kardeşler gibi…
Hazır
ikiz demişken, kardeşim de benim gibi psikolog… Yani o da gerçek bir doktor
değil!
Gerçi,
onunla birlikte okumadık. Aslında,
hayatımda yaptığım en zor şey psikoloji doktoramı almak için Atlantik'i aşıp New
York'a gitmekti. Hayatımızda ilk defa birbirimizden ayrı düşmüştük ve
ayrılık ikimiz için de katlanılmazdı. Fakat o, aile ve arkadaşlarımızla
birlikteyken ben yepyeni bir ülkede tek başımaydım. Birbirimizi korkunç
derecede özlüyorduk. Ama o dönemde uluslararası telefon görüşmeleri çok
pahalıydı. Paramız ancak haftada beş dakika konuşmaya yetiyordu. Doğum günümüz
geldiğinde, bu bir ilkti ve birlikte olamayacaktık. Savurganlık yapıp, o hafta
on dakika konuşmaya karar verdik.
Sabah
boyunca odamda volta atarak aramasını bekledim ve bekledim ve bekledim ama
telefon çalmadı. Saat farkına vererek: "Tamam şimdi arkadaşlarıyla
dışarıdadır sonra arayacaktır." diye düşündüm. O dönemde cep telefonları
yoktu. Ama aramadı. Ayrı geçen on ayın sonunda fark etmeye başladım ki artık
beni, benim onu özlediğim şekilde özlemiyordu.
Sabah olunca arayacağını biliyordum ama o
gece hayatımda geçirdiğim en üzgün ve en uzun gecelerden biriydi.
Ertesi
sabah kalktım. Yerdeki telefona baktım ve fark ettim ki bir önceki gün
ortalıkta dolanırken ahizeyi yerinden oynatmışım. Yataktan fırladım. Ahizeyi
yerine koydum ve koyduğum an telefon çaldı. Arayan kardeşimdi ve of, çok
sinirliydi.
Onun da hayatının en üzgün ve en uzun
gecesiymiş meğer.
Neler
olduğunu açıklamaya çalışıyordum. Ama o: "Anlamıyorum,
aramadığımı gördüğünde neden telefonu eline alıp da sen aramadın?" dedi. Haklıydı
da, neden aramamıştım ki?
O zaman verilecek bir cevabım yoktu ama bugün
var.
Ve cevap çok basit: Yalnızlık.
Yalnızlık psikolojimizde oldukça derin bir
yara açar. Öyle ki, algılarımızı bozar ve aklımızı karıştırır.
Çevremizdekilerin bizi gerçekte olduğundan daha az önemsediklerini düşündürtür.
Bizi, insanlarla temasa geçmekten korkar hale getirir.
Kalbin halihazırda dayanılmaz bir şekilde acıyorken, kendini reddedilme ve kalp kırıklığı olasılığına
neden açasın ki?
O
sıralar gerçekten yalnızlığın pençesindeydim.
Bütün gün insanlarla iç içe olduğum, hiç aklıma gelmedi!
Yalnızlık kavramı, tamamen, kişisel olarak
tanımlanır. Kişisel olarak kendinizi, sosyal veya duygusal anlamda etrafınızdaki
insanlardan kopuk hissedip hissetmediğinize bağlıdır. Ben öyle
hissediyordum.
Yalnızlık
üzerine yapılan pek çok araştırma var ve hepsi korkutucu. Yalnızlık sizi
yalnızca perişan etmez, öldürür de. Şaka yapmıyorum. Kronik yalnızlık, erken
yaşta ölme ihtimalinizi % 14 arttırır.
Yalnızlık,
yüksek kan basıncına ve yüksek kolesterole neden olur. Bağışıklık sisteminizin
çalışmasını baskılar, sizi her türlü rahatsızlık ve hastalığa karşı savunmasız
hale getirir. Dahası bilim adamları, kronik yalnızlığın, uzun vadede sağlık ve
yaşam süresini, en az sigara kadar çarpıcı ölçüde tehlikeye soktuğu konusunda fikir
birliğine vardılar.
Bugün sigara paketlerinin üzerinde "Sigara
sizi öldürebilir" uyarısı var. Ama yalnızlık için uyarı yok. Bu yüzden
duygusal sağlık bilgisini uygularken, duygusal sağlığa öncelik vermemiz önemli.
Eğer yaralandığınızın farkında değilseniz, psikolojik
yaraları tedavi edemezsiniz.
(Öyleyse,)
Duygusal Acıya DİKKAT EDİN!
Algılarımızı bozan ve bizi yanlış yönlendiren
tek şey yalnızlık değildir. Başarısızlık da aynı şeyi yapar.
Bir
keresinde bir anaokulunu ziyaret etmiştim. Üç küçük çocuk, birbiriyle tıpatıp
aynı oyuncaklarla
oynuyorlardı. Kırmızı düğmeyi kaydırırsanız içinden sevimli bir köpek
çıkıyordu.
Küçük
bir kız, mor düğmeyi çekmeyi denedi sonra da itmeyi. Olmayınca arkasına yaslandı
ve titreyen alt dudağıyla kutuya baktı. Yanındaki küçük oğlan olanları izledi
sonra kendi kutusuna döndü, daha kutuya dokunmadan gözyaşlarına boğuldu. Bu
esnada başka bir kız, kırmızı düğmeyi kaydırana kadar aklına gelen her şeyi
denedi sevimli köpek dışarı çıktı ve kız sevinçle bağırdı.
Tıpatıp aynı oyuncağa sahip üç küçük çocuk, ama
başarısızlığa karşı bambaşka tepkileri var. İlk ikisi de pekâlâ kırmızı düğmeyi kaydırabilecek
yetenekteydi.
Başarılı olmalarına mani olan tek şey, onları
yanıltan ve yapamayacaklarına inandıran akıllarıydı.
Yetişkinler de aynı bu şekilde, sürekli
yanılıyorlar.
Aslında hepimizin, ne zaman bir düş
kırıklığına ve başarısızlığa uğrasak, hazırda bekleyen ve tetiklenen bir takım duyguları
ve inançları var.
Aklınızın, başarısızlığa nasıl tepki
gösterdiğinden haberdar mısınız?
Olmalısınız!
Çünkü eğer aklınız sizi bir şeyi
yapamayacağınız konusunda ikna ederse ve siz de inanırsanız, aynı o iki çocuk
gibi siz de çaresiz hissetmeye başlar, ya çok çabuk pes eder ya da denemezsiniz
bile. Sonra da başaramayacağınıza daha da ikna olursunuz.
Bu yüzden pek çok insan gerçek potansiyellerinin
altında kalıyor. Çünkü hayatlarının bir yerinde bazen tek bir başarısızlık, onları
başaramayacaklarına ikna ediyor ve onlar da inanıyorlar.
Bir şeye ikna olduktan sonra fikrimizi
değiştirmek çok zor.
Ben bu dersi
zor yoldan, kardeşimle, ergen bir çocukken öğrendim.
Arkadaşlarımızla,
gece karanlık bir yolda araba ile geziniyorduk. Polis arabası bizi durdurdu. Dolaştığımız
bölgede bir soygun olmuştu ve şüphelileri arıyorlardı. Polis arabanın yanına
geldi, fenerini önce sürücü koltuğundaki kardeşime sonra da bana tuttu.
Gözleri
kocaman açıldı ve "Senin suratını daha önce de gördüm" dedi.
Ben de
"ön koltukta" dedim.
Ama her
nedense bu ona bir şey ifade etmedi.
Şimdi
de uyuşturucu etkisinde olduğumu düşünüyordu.
Beni
arabadan çıkardı, üzerimi aradı, polis arabasının yanına götürdü ancak sabıkam
olmadığını teyit ettikten sonra ön koltukta oturan kişinin ikizim olduğunu
gösterebildim.
Arabayla
uzaklaşırken bile bende yanlış bir şey olduğunu düşündüğü suratından
okunuyordu.
Bir kez ikna olduk mu fikrimizi değiştirmek
zordur. Dolayısıyla başarısız olduktan sonra cesaretinizin kırılması çok doğal
olabilir. Ama başaramayacağınıza ikna olmaya izin veremezsiniz. Çaresizlik
duygusuyla savaşmak zorundasınız. Durumun kontrolünü elinize almalısınız ve
daha başlamadan bu olumsuz döngüyü kırmalısınız.
(Öyleyse,)
Duygusal Kanamayı Durdurun!
Aklımız ve duygularımız, düşündüğümüz kadar
güvenilir arkadaşlar değil. Daha çok dengesiz bir arkadaşa benziyorlar. Son
derece destekleyici olabilirken, aniden gerçekten sevimsizleşebiliyor.
Bir
kadın hastam olmuştu. 20 yıllık evlilikten sonra çok çirkin bir boşanma süreci
yaşamıştı ve nihayet ilk buluşmasına hazırdı.
İnternetten
bir adamla tanıştı. Adam iyi, başarılı ve en önemlisi onunla gerçekten
ilgileniyor görünüyordu. Kadın çok heyecanlıydı, yeni bir elbise aldı ve şık
bir New York barında buluştular. Buluşmadan on dakika sonra adam ayağa kalkıp "senle
ilgilenmiyorum" diyor ve gidiyor.
Reddedilmek son derece acı vericidir.
Kadın o
kadar incindi ki olduğu yerde kalakaldı. Tek yapabildiği bir arkadaşını aramak
oldu.
Arkadaşı şöyle dedi: "İyi de ne
bekliyordun? Kocaman kalçaların var, söyleyecek ilginç hiçbir şeyin yok, neden
yakışıklı, başarılı bir adam senin gibi bir ezikle çıksın?"
Sarsıcı değil mi?
Nasıl bir arkadaş bu kadar acımasız olabilir?
Ama bunların bir arkadaşın lafları olmadığını
söylesem bu kadar çarpıcı olmazdı.
Bunları söyleyen kadının kendisiydi.
Bu hepimizin yaptığı bir şey, özellikle de
reddedilmenin ardından… Hepimiz hatalarımızı ve eksiklerimizi, ne istediğimizi,
ne yapamadığımızı düşünmeye başlar, kendimize isimler takarız. Belki bu kadar
sert değil ama hepimiz yapıyoruz.
İlginç, çünkü öz saygımız zaten yara almış
durumda. Neden daha da ileri gidip yaraya tuz basıyoruz?
Oysa bedensel bir yaraya kasten tuz basmayız. "Tamam! Bakalım, bıçağı ne kadar derine sokabileceğim." diye,
kolunuza kesik atmayı düşünmezsiniz.
Ama ruhsal yaralanmalarda bunu her zaman
yapıyoruz.
Peki neden?
Yetersiz duygusal sağlık bilgisinden…
Psikolojik sağlığımıza öncelik vermediğimizden…
Yapılan onlarca çalışmadan biliyoruz ki öz saygınız
düşükken, baskı ve gerilime karşı daha kırılgan oluyor, başarısızlıklar ve
reddedilme daha dayanılmaz oluyor ve iyileşmeniz uzuyor.
Yani reddedildiğinizde ilk yapmanız gereken
şey öz saygınızı canlandırmak; dövüş kulübüne katılıp haşatınızı çıkarmak değil.
Duygusal olarak yaralandığınızda kendinize gerçek
bir dosttan beklediğiniz şefkatle yaklaşın.
(Öyleyse,) Öz saygını Koru!
Sağlıksız psikolojik alışkanlıklarımızı fark
etmeli ve değiştirmeliyiz. Bunlardan en sağlıksızı ve en yaygını; geviş
getirmek.
Geviş getirmek, tekraren çiğnemek demek.
Patronunuz size bağırdığında, hocanız sınıfta
sizi aptal durumuna düşürdüğünde veya arkadaşınızla kavga ettiğinizde, kafanızda
günlerce, bazen haftalarca dönüp duran ve durduramadığınız sahnedir.
Üzücü olay hakkındaki düşüncelerinizi geviş
getirmek, kolaylıkla bir alışkanlığa dönüşebilir ve bedeli ağırdır.
Üzücü ve olumsuz düşüncelere odaklanıp
zamanınızı harcarken, kendinizi gerçekten önemli bir riske atıyorsunuz: klinik
depresyon, alkolizm, yeme bozukluğu ve hatta kalp hastalıkları.
Esas sorun, geviş getirmekte ısrar etmek. O
kadar güçlü ve baskın bir his ki, bu alışkanlığı durdurmak çok zor.
Biliyorum
çünkü bir seneyi biraz aşkın bir süre evvel kendim de bu alışkanlığı edindim.
Kardeşime
üçüncü evre, Hodgkin dışı lenfoma teşhisi kondu. Kanseri ileri derecede
saldırgandı. Tüm vücudunda görülebilir urlar vardı. Sarsıcı bir kemoterapi sürecine
girdi.
Kendimi, onun neler yaşadığını düşünmekten
alıkoyamıyordum.
Tek bir kez bile şikâyet etmemiş olsa da, kendimi,
onun nasıl acı çektiğini düşünmekten alamıyordum.
İnanılmaz
olumlu bir tutumu vardı. Psikolojik sağlığı fevkaladeydi. Ben ise, bedensel olarak sağlıklıydım ama psikolojik olarak tam bir
enkazdım.
Yine de ne yapacağımı biliyordum.
Çalışmalar, geviş getirme isteğini engellemekte,
iki dakikalık bir dikkat dağıtımının bile yeterli olduğunu gösteriyor.
Ne zaman endişelensem, üzülsem, olumsuz bir
düşünsem olsa, bu baskıdan kurtulmak için kendimi, başka bir şeye konsantre
olmaya zorluyordum.
Bir hafta içinde tüm görünüşüm değişti. Daha
olumlu ve umutlu bir hale geldim.
(Öyleyse, sen de) Olumsuz Düşünceyle Savaş
Kemoterapi
başladıktan dokuz hafta sonra kardeşimin CAT tarama sonuçları geldiğinde yanındaydım
ve elini tutuyordum.
Tüm
urlar yok olmuştu. Daha birkaç defa kemoterapi görmesi gerekiyordu ama
iyileşeceğini biliyorduk. Bu fotoğraf birkaç hafta önce çekildi…
Yalnızken eyleme geçerek, başarısızlık
karşısındaki tepkinizi değiştirerek, öz saygınızı koruyarak, olumsuz
düşüncelerle savaşarak, sadece psikolojik yaralarınızı iyileştirmeyeceksiniz; duygusal
esneklik kazanacak, serpilip gelişeceksiniz.
Yüzyıl
önce insanlar, kişisel sağlık bilgisi üzerinde çalışmaya başladığından beri, yaşam
beklentileri %50'nin üzerinde arttı. Birkaç on yıl kadar kısa bir sürede…
İnanıyorum ki hepimiz duygusal sağlık bilgisi
üzerinde çalışırsak, yaşam kalitemiz de bu kadar çarpıcı şekilde değişecektir.
Herkesin psikolojik sağlığının daha iyi
olduğu bir dünyanın nasıl olabileceğini hayal edebilir misiniz?
Daha az yalnızlık ve daha az depresyon olsa...
İnsanlar başarısızlıklarının üstesinden nasıl
geleceklerini bilseler...
Kendilerini daha iyi ve daha güçlü
hissetseler…
Daha mutlu ve daha başarılı olsalar…
Ben hayal edebiliyorum çünkü bu benim yaşamak
istediğim dünya.
Keza bu dünya, kardeşimin de yaşamak istediği
dünya.
Sadece bilgilenir ve basit birkaç alışkanlığı
değiştirebilirseniz, bu dünya, hepimizin yaşayabileceği dünya olur.
Çok
teşekkür ederim.
Guy Winch
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sema'dan SEMAya DER Kİ: "Lütfen yorum yazmaya üşenmeyin; hepimizin moral ve motivasyona ihtiyacı var :) Ama paylaşımı hiç beğenmediyseniz, üşenmenizi anlayışla karşılayabilirim... Şaka şaka, her yoruma açığım; siz yeter ki yazın..." 😊 💖💖💖