HOŞGELDİM


"HOŞ GELDİNİZ" ve umarım "HOŞ BULARAK" AYRILIRSINIZ... 😊

BU BLOGDAKİ HER ŞEY, KENDİMİZİ "BİRAZ DAHA İYİ HİSSETMEK" AMACIYLA PAYLAŞILIYOR...

KUR'AN'DAN, RUHUMUZA HUZUR VEREN AYETLER; UMUT VE YAŞAMA SEVİNCİ AŞILAYAN ŞİİRLER VE ŞARKILAR; ÖZENLE SEÇİLMİŞ FAYDALI ÖZLÜ SÖZLER VE ALINTILAR; İÇİMİZİ AÇAN HARİKA FOTOĞRAFLAR VE TABLOLAR; YOL GÖSTERİCİ HİKAYE VE MASALLAR; HUZUR VEREN SÖZSÜZ MÜZİKLER (DALGA, MARTI, YAĞMUR, KUŞ, DERE SES KAYITLARI VEYA MOTİVASYON MÜZİKLERİ); ŞİFA VEREN MÜZİKLER vs. vs.

MUTLAKA İÇLERİNDEN BİRİ VEYA BİRKAÇI SİZE DE HİTAP EDECEKTİR; ONLARI KENDİ İYİLİĞİNİZ İÇİN KULLANIN!

HUZURLU OLMAK İÇİN "KİŞİSEL ÇABA ve İSTEK" GEREKTİĞİNİ HEP HATIRLAYALIM ve KENDİ HUZURUMUZU İNŞA ETMEK İÇİN BİR AN EVVEL HAREKETE GEÇELİM İNŞALLAH...

HUZUR BULANLARDAN VE ŞÜKREDENLERDEN OLABİLMEMİZ ÜMİT VE DUASIYLA... 💖

"Huzuru ifade eden şiirlerden mısralar ya da kutsal metinlerden cümleler okumak, zihin yapınıza İYİLEŞTİRİCİ MERHEM etkisi yapar." Norman Vincent Peale


8 Nisan 2023 Cumartesi

ZORLUĞUN İÇİNDEKİ HEDİYENİ ARA - BİR MASAL İYİ GELİR - JUDITH MALIKA LIBERMAN - HARİKA KİTAPLARDAN ALINTILAR

YAŞADIĞIN ZORLUKLARIN İÇİNE DİKKATLE BAK; 

ORADA MUTLAKA “KAZANDIĞIN İYİ BİR ŞEY” BULACAKSIN!

Belki çoğumuz, bize hayatı zindan eden bir anne, baba ya da kardeşle büyüdük. Çocuklukta şanslıysak bile; TIPKI BU MASALDAKI GİBİ EŞİMİZ ya da çocuğumuz, dostumuz veya iş ortamımız, bize ileriki yaşlarda ıstırap (ya da İMTİHAN) sebebi oldu ve olmaya devam ediyorlar. Bu masal, bakış açımızı değiştirmemize; yaşadığımız zorlayıcı ilişkilerden edindiğimiz kazanımları (HEDİYELERİMİZİ) görebilmemize ve sonuçta, kendimizi iyi hissetmemize vesile oluyor. 😊

“Ey iman edenler! Şu bir gerçek ki, eşlerinizin ve evlatlarınızın içinden size bir düşman vardır; onlara karşı dikkatli olun! Eğer affeder, ellerini tutar, hatalarını görmezden gelirseniz, kuşkusuz, Allah da affedici, merhamet edici olur.” Teğabün Suresi 14. Ayet

“Sınavlar bİter, zaman geçer ve ancak bİze ne kattığını anlayınca sınavlara değer vermeye başlarız.”

USTALARIN USTASI - Judith Malika Liberman

Hocadan hocaya yükselmişti. Her yeni okulda bir, en fazla iki yıl içinde fark edilip seçilmişti. Hocalar ona en değerli sırlarını aktardıktan sonra, kendilerinden daha bilge bir başka hocaya göndermişlerdi.

Sonunda dünyada gidebileceği tanınmış sadece bir hoca kalmıştı. O da uzaklarda bir dağda yaşıyordu. Oraya ulaşmak zordu ama bu yolculuğa çıkacaktı elbette.  Dağdaki hoca kâinatın öyle derin sırlarına erişmişti ki yağmur yağdırabildiği, hayvanların dilini konuşabildiği, adım attığı yerde toprakta uyuyan tohumları uyandırıp dünyanın çöllerini ormana çevirebildiği söylenirdi. O nedenle olası bütün tehlikelere rağmen, öğrenci yollara düştü. Yıllar boyunca yürüdü; dondurucu soğuklara, bayıltıcı sıcaklara rağmen, pek çok kez kaybolsa bile aramaya devam etti. Sonunda aradığı dağı buldu. Tırmanırken elleri kayalarda yaralandı, üşüdü, defalarca düştü ama her seferinde kalkıp devam etti. Sonunda küçük kulübenin kapısına vardı. Aradığı hocadan başka kimsenin olamazdı bu kulübe. Heyecanına hâkim olmaya çalışırken kapıya vurdu.

Orta yaşlı bir kadın açtı kapıyı. Pis ellerini önlüğüne sildi; işaret parmağıyla dişlerinin arasından bir şey çıkartırken, sert bir sesle sordu:

“Ne yapıyorsun buralarda, rahatımı neden bozuyorsun?”

Öğrenci, geçirdiği şokla donakaldı; cevap veremeyince, kadın devam etti:

“Yoksa sen de benim beş para etmez kocamın bir şey olduğunu zannedenlerden misin? Vaktini boşa harcama, evine dön. Bu adam bilge olsaydı haberim olurdu ama değil; o tembel, boş ve yalancı. Dön ve tanıdığın herkese haber sal; bir daha buraya kimseyi göndermesinler. Senin gibi safların hayallerini yıkmaktan bıktım, ŞİMDİ DEFOL!”

Öğrenci, hayalleri gerçekten yıkılmış, yüzü kireç gibi, bedeni iki büklüm, dönüş yoluna çıkmak üzere ormanda ilerlerken, karşısına ışıklar içinde yürüyen bir adam çıktı. Adam, yanında bir kaplan ve omzunda bir kartalla yürüyordu; attığı her adımın izinde bir fidan bitiyordu.  Aradığı hocayı bulmuştu. Öğrenci bir an afalladı, ona doğru bir adım olsun atamadı; titrek bir sesle:

“Ama siz, ama bu nasıl, ama…” diye kekelemeye başladı. Dili tutuldu adeta, düzgün bir cümle kuramadı.

Hoca gülümsedi ve EŞİMLE TANIŞMIŞ BİRİNE BENZİYORSUN dedi.

“Ama o sizin nasıl eşiniz olur ki; hayatımda gördüğüm en korkunç kadındı, SİZE LAYIK BİRİ DEĞİL O!” dedi öğrenci.

Ama hoca, bir el hareketiyle susturdu genç adamı ve ekledi:

“Lütfen,  O BENİM HOCAM; o bana sabır öğretir, beni kibirden uzak tutar, alçakgönüllü kalmaya davet eder. O OLMASAYDI YOLCULUĞUM ÇOK FARKLI OLURDU. NEYSEM, ONUN SAYESİNDEDİR. Benim öğrencim olmak istiyorsan, ÖNCE ONA SAYGI DUYMALISIN.”


 SINAVLARINI SEV

SORUNSUZ BİR HAYAT istemenin iyi olduğunu zannetme; sonuçta zorluklar sayesinde buraya kadar geldin. Sınavlar biter, zaman geçer ve ancak bize ne kattığını anlayınca sınavlara değer vermeye başlarız. Peki, acaba fırtınanın sana ne getireceğini bilmeden, onu hayatının bir parçası olarak sevmek mümkün mü? Hayat seni yine acemi birliğine gönderiyorsa sevin; seni harika şeyler için hazırlıyor demektir.

"Yaşamınızdaki her sorun, içinde bir armağan saklar. "  RİCHARD BACH

21 Ağustos 2022 Pazar

İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN! - BİLİM VE DİN AYNI KONUDA UYARIYOR!

“Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki NEFSİNİ bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.” Şems-i Tebrizi 18. kural

BU YAZIDA BİLİM İNSANLARI –BİLMEDEN– NEFSİN TUZAKLARINI AÇIKLAYIP İÇİMİZDEKİ DÜŞMANA KARŞI BİZİ UYARIYORLAR:

“Bu İç ses “kafamızın içinde bize fısıldar, sızlanır, bizi iğneler, düşük bir benlik algısına ve sarsılmış bir özgüvenin içine bizi çiviler; düşüncelerimizi belirler, davranışlarımızı etkisi altına alır ve harekete geçmemizi engeller. Bizi koruyormuş, yanlış yapmamızı önlüyormuş gibi görünse de bütün yaptığı utanç ve suçluluk duygularımızı körükleyerek ilişkilerimizi sabote etmek ve bizi kendimize zarar verecek davranışlara itmektir.” Dr. Robert W. Firestone (Klinik Psikolog)

Hayali Sınırlamaları Fark Edin Ve Özgürleşin – Klinik psikolog Dr. Lisa Firestone

Yeni bir şey denemek için kendimizi biraz zorladığımızda hemen hemen her zaman ortaya çıkıp bizi azarlayan ya da dır dır eden düşünceleri çoğumuz iyi biliriz. ......... “Yapabilecek miyim?” “Ya başarısız olursam?” “Ya daha ilk buluşmamızda her şeyi mahvedersem?”

Eleştirel İÇ SES, kendimizi gerçekleştirmemize ve doyumlu hissetmemize engel olan bir iç düşmanı temsil eder. İçe dönüklüğü, güvenmemeyi, kendini eleştirmeyi, kendini reddetmeyi ve sınırlamayı, bağımlılıkları besler; insanın hedefe yönelik davranışlarından geri çekilmesine neden olur. Bu içselleştirilmiş sesler insanın hayatının tüm boyutlarına saldırır: Genel ruh hali, psikolojik durumu, tutum ve önyargıları, kişisel ilişkileri, eş seçimi, diğerleriyle iletişim kurma biçimi, okul ya da kariyer seçimi ve işteki performansı.

Eleştirel iç ses, kişinin kendisine karşı geliştirilmiş olumsuz düşüncelerinden oluşan, kendisiyle bütünleşmiş bir yapı olarak tanımlanır. Kişiliğin üzerini kapatan, öğrenilmiş ya da dışarıdan dayatılmış, doğal ya da uyumsuz bir örtü gibidir. Eleştirel iç ses bizimle konuşan gerçek bir ses değildir; hepimizin içinde bulunan, hedeflerimize ulaşmamızı engelleyen sınırlayıcı düşünce ve tutumlardan oluşur.

Bu sesi hayatımızın çeşitli alanlarında duyabiliriz; ilişkilerde fazla yakınlaşmamamızı, mesleğimizde fazla ilerlemememizi söyler. Acımasız ve aşağılayıcı olabilen bir sestir. ‘Sen kimsin ki?’, ‘Asla başaramayacaksın’, ‘Sen herkesten farklısın’, ‘Kimse seni önemsemeyecek’ gibi. Bu düşünceler hayret verecek kadar, insanı yanıltacak kadar yumuşak ve sakinleştirici de olabilir: ‘Sen kendi kendine iyisin işte’, ‘Bir tek kendine güvenebilirsin’, ‘Bir dilim pasta daha ye, kendini ödüllendir’, ‘Bir içki daha iç, iyi gelir.’

İster sert ve acımasız olsunlar, ister yumuşak ve sakin, bu düşünceler bizim isteklerimizin peşinden gitmemizi engeller ve bize zarar verecek davranışlarda bulunmamıza yol açar. Bu sese yenilmek ve bu sesin önerilerine uymak, bizi bu sesin saldırılarına daha da açık hale getirir. Az önce bir dilim pasta daha almamız için bizi yönlendiren ses, iki dakika sonra iradesiz olduğumuz için bizi paralamaya başlar. Peki, bu eleştirel iç sesi nasıl ele geçiririz?

30 yıl boyunca, psikolog ve yazar olan babam Robert Firestone ile bu eleştirel iç ses üzerinde çalıştım. Babam, insanların bu iç eleştiriyi yapan sesi tanımaları, bunu ayrıştırabilmeleri ve hedefe odaklı, gerçek bakış açılarını yansıtan bir şekilde karşı koyabilmeleri için bu iç sesin temellerini anlamalarını sağlayacak olan ses terapisini geliştirdi. Bu terapinin adımlarını ruh sağlığı uzmanları için yazdığı Ses Terapisi (Voice Therapy) ve genel okuyucuya seslenen, birlikte yazdığımız Eleştirel İç Sesini Ele Geçir (Conquer Your Critical Inner Voice) kitaplarında anlattık.

SES TERAPİSİNİN adımları şunlar:

Birinci Adım: Eleştirel İç Sesinin Sana Neler Söylediğini Belirle

Bu olumsuz saldırıları engellemek için her şeyden önce bu iç sesin neler söylediğini fark etmek gerekir. Bunun için insanlar hayatlarında kendilerini en çok eleştirdikleri bir alan seçerek bu eleştirilerin neler olduğuna bakabilirler. Kişinin, kendisine yapılan bu saldırıları fark ettikçe bu saldırıların her birini ‘sen dili’ne çevirmesi çok işe yarar. Yani ‘Ben bunu yapamam’, ‘Beni almazlar ki’ yerine, ‘Sen bunu yapamazsın’, ‘Seni almazlar’ gibi. İnsanlar bu formatı kullandıklarında iç seslerinin kendilerine ne yaptığını duyar ve hissederler; böylece bu seslerin ne kadar düşmanca olduğunu ve kendilerine nasıl saldırdığını fark edebilirler.

İkinci Adım: Bu Seslerin Nereden Geldiğini Gör

İnsanlar eleştirel iç seslerini yukarıdaki yöntemle dile getirdiklerinde etkilenirler ve bu seslerin nerelerden geldiğine dair bir içgörü oluşur. Bu saldırıların içeriğini ve tonunu gördükçe, bunların eskiden ve tanıdık bir yerlerden geldiğini fark ederler; bu sesler onlara çocukken ifade edilmiş, çocukken onlara yöneltilen tutumları yansıtır. Sıklıkla, ‘Babam beni zaten beğenmezdi, yeterli bulmazdı’, ‘Bu duyguyu annemden aldım’, ‘Evdeki genel hava hep böyleydi’ gibi anılar gelir. İç seslerinin nerelerden geldiğini hissederek fark etmek insanların kendilerine daha şefkatli bir gözle bakabilmesini sağlar.

Üçüncü Adım: İç Sesine Karşılık Ver

Ses terapisinin üçüncü adımında kişi, ona saldıran iç seslerine karşılık verir. ‘Sen salaksın. Kimse senin ne söyleyeceğini merak etmiyor. Otur oturduğun yerde ve kapa çeneni!’ gibi şeyler söyleyen iç seslere ‘Ben salak değilim, söyleyeceğim şey anlamlı ve değerli. Benimle ilgilenen ve beni düşünen, ne söyleyeceğimi merak eden insanlar var’ gibi karşılıklar verilebilir. Bu karşılıkları verdikten sonra, insanların kendilerinin ve diğerlerinin gerçekten nasıl olduklarına ve kendi sosyal dünyalarında neyin doğru olduğuna dair akılcı yorumlar yapmaları önemlidir. Şöyle söyleyebilirler, ‘Dünya sadece başkalarının akıllı olduğu, bir tek benim akılsız olduğum bir yer değil. Artık ilkokulda değilim; bize not veren biri yok. Gerçek şu ki hiç kimse fazla akıllı değil, ben de akılsız değilim. Temelde hepimiz aynıyız: Hepimiz, düşündükleri ve yaşadıkları şeylere ilişkin söyleyecekleri ilginç şeyler olan ilginç insanlarız.’

Dördüncü Adım: İç Sesinin Davranışlarını Nasıl Etkilediğini Gör

İnsanlar genellikle kendi seslerine karşılık vererek kendilerini ifade ettiklerinde, doğal olarak bu engelleyici düşüncelerin geçmişlerini nasıl etkilediğini, şimdiki hayatlarına da nasıl yansıdığını hemen anlamak isterler. Mesela, iç sesi aptal olduğunu söyleyen bir insan geçmişte, aslında olduğundan daha beceriksiz davrandığı anları, ya da bu saldırıyı fark ettiği için güvenli hissettiği anları fark edebilir. İnsanlar bu engelleyici davranışlarından kurtulmak istediklerinde, eleştirel iç seslerinin onları nasıl etkilediğini anlarlarsa, bu işlerini kolaylaştırır.

Beşinci Adım: Seni Sınırlayan Davranışlarını Değiştir

Kişi bu iç sesin kendisini sınırladığı alanları fark ettiğinde, değişmeye başlayabilir. Eleştirel iç sesinin desteklediği yıkıcı davranışlardan kaçınarak ve bu sesin önerilerinin tersini ortaya çıkaran olumlu davranışları arttırarak bunu gerçekleştirir. Mesela çekingen biri, sosyal etkileşimlerden kaçmaktan vazgeçerek insanlarla sohbet başlatma kararı alabilir.

Tuhaf da gelse, bu eleştirel iç sesleri fark etmek, tanımlamak ve onlara karşı koymak göründüğünden çok daha zor olabilir. Değişime kaygı eşlik eder ve eleştirel iç sesten kurtulmak da bir değişimdir. İnsanlar olumsuz hallerini sorgulamaya ve onlara rağmen farklı davranmaya başladıklarında, bu olumsuz haller sıklaşır ve daha güçlü bir şekilde saldırmaya başlarlar.

Bazı insanlar bu eleştirel düşüncelerine alışmışlardır ve tatsız da olsa onlarla ‘birlikte var olmak’ bu insanlara rahat gelir. Hatta bir kadın bu düşüncelerini tanımlarken onlarla ahbap olduğunu söylemişti. Bu düşüncelerin saldırısı seyrekleştiğinde, onlar olmadan kendini yalnız ve ürkek hissettiğini belirtmişti. Bazı insanlar bu eleştirel iç seslerin onların doğru davranmalarını sağladığına öylesine inanırlar ki, onlar olmazsa yanlış davranacaklarını düşünürler. Oysa insanlar eleştirel iç seslerine karşı çıktıkça, o iç sesin hayatlarındaki etkisi giderek zayıflar. Hatta onu iyice fark edip ses terapisini adım adım uyguladıklarında kendileri olabilirler, hedeflerine ulaşabilirler ve aslında yalnızca hayal ürünü olan sınırlarından kurtulurlar, özgürleşirler.

Çeviri: Süheyla Pınar Alper

KAYNAK: Bu yazı http://beseryapimbakimonarim.com/2019/02/18/elestirel-ic-sesinizi-adim-adim-susturun-ceviri-suheyla-pinar-alper/ sitesinden –biraz kısaltılarak- alınmıştır. “Eleştirel İç Sesini Ele Geçir” kitabını tanıtmak amacıyla, Dr. Lisa Firestone’ın yazısını dilimize çevirip “Eleştirel İç Sesinizi Adım Adım Susturun” başlıklı bir yazıyla bizlerle paylaşan sevgili Süheyla Pınar Alper’e sonsuz teşekkürler….

 “Sokakta sallana sallana yürüyen bir sarhoş, size itici olduğunuzu söylese BUNU UMURSAMAZDINIZ DEĞİL Mİ? Ya da ‘Her şeyi berbat ediyorsun, beceriksizsin. İşinden ayrıl!’ diye bağırsa, nasıl tepki verirdiniz? Bu suçlamaları pek ciddiye almazdınız. Bunları ya önemsemez ve işinize bakardınız ya da sarhoşun sözleri SİNİRİNİZE DOKUNURSA, onlara KENDİ KENDİNİZE KARŞI ÇIKARDINIZ: ‘Kısa bir süre önce başkan yardımcılığına yükseltildim; hakkımda hiçbir şey bilmiyor. Sarhoşun teki işte.’ Peki, siz kendinize aynı ölçüde temelsiz ya da karalayıcı şeyler söylediğiniz zaman ne oluyor? BUNLARA İNANIYORSUNUZ. BUNLARA KARŞI ÇIKMIYORSUNUZ. ÇÜNKÜ BU SÖZLERİN KAYNAĞININ YANİ KENDİNİZİN DAHA GÜVENİLİR OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORSUNUZ. Siz bunları kendinize söylediğiniz için, tartışmasız doğru olmaları gerektiğini düşünüyorsunuz. AMA ÖYLE DEĞİL; BU ÇOK KÖTÜ BİR HATA! Çoğu zaman gerçeği, sarhoşlardan daha çarpık görürüz. BİR SORUN YAŞADIĞIMIZDA KENDİMİZE SÖYLEDİĞİMİZ şeyler, sokaktaki bir sarhoşun gevelemeleri kadar YERSİZ VE TEMELSİZ olabilir. Düşünerek yaptığımız açıklamalar, genellikle gerçeğe dayanmaz. Bunlar; geçmişin pusu, çok eski çatışmalar, anne babamızın yergileri, üzerimizde güçlü bir etkisi olan bir öğretmenin sorgulamadığımız eleştirileri, bir sevgilimizin kıskançlığından ORTAYA ÇIKAN KÖTÜ ALIŞKANLIKLARDIR. Ancak EN GÜVENİLİR KAYNAK OLARAK GÖRDÜĞÜMÜZ KENDİ İÇİMİZDEN ÇIKIYOR GİBİ GÖRÜNDÜKLERİ İÇİN ONLARA KRAL MUAMELESİ YAPARIZ. HİÇBİR KARŞI TEPKİ GÖSTERMEKSİZİN, YAŞAMLARIMIZI YÖNETMELERİNE İZİN VERİRİZ. Tersliklerle başa çıkma, duvarı aşma becerisinin büyük bir bölümünü, bir TERSLİK karşısında İLK AKLIMIZA GELEN ŞEYLERE KARŞI ÇIKMAYI öğrenmemiz oluşturur. Kendi iç diyaloğunuzdaki kötümser açıklamaların EDİLGENLİK VE KEYİFSİZLİK yarattığını, iyimser açıklamaların ise ETKİNLİK ÜRETTİĞİNİ göreceksiniz. Diğer insanların olumsuz düşüncelerine karşı çıkma konusunda bir ömür boyu alıştırma yapmışsınızdır. ANCAK ŞİMDİYE KADAR YAPMADIĞINIZ ŞEY, KENDİ OLUMSUZ DÜŞÜNCELERİNİZİ, SİZDEN DEĞİL DE, KISKANÇ BİR İŞ ARKADAŞINDAN, KAFASI KARIŞIK BİR ÖĞRENCİDEN YA DA "EN BÜYÜK DÜŞMANINIZDAN GELİYORMUŞ GİBİ" ELE ALMAKTIR.

 Psikolog Martin Seligman – Öğrenilmiş iyimserlik

  

Nefsimi ak-pak gösteremem. ÇÜNKÜ NEFS, RABBİMİN MERHAMET ETTİĞİ DURUMLAR HARİÇ, olanca gücüyle KÖTÜLÜĞÜ EMREDER. AMA RABBİM ÇOK AFFEDİCİ, ÇOK ESİRGEYİCİDİR.” YÛSUF SURESİ 53. AYET

“Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. NEFSİNİN ONA NELER FISILDADIĞINI da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.” Kâf Suresi 16. ayet

“Eğer ŞEYTANDAN GELEN KÖTÜ BİR DÜRTÜ seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın! Çünkü en iyi işiten O'dur, en iyi bilen O...” Fussilet Suresi 36. Ayet

"İYİLİK VE GÜZELLİKTEN SANA HER NE ERERSE ALLAH’TANDIR. KÖTÜLÜK VE ÇİRKİNLİKTEN SANA ULAŞAN ŞEYSE KENDİ NEFSİNDENDİR." Nisa Suresi 79. Ayet

“Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: “Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla, Güneş’i ve Ay’ı gördüm; onları bana secde ediyorlar gördüm.” “Yavrucuğum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir oyun oynarlar. HİÇ KUŞKUSUZ ŞEYTAN, İNSAN İÇİN AÇIK BİR DÜŞMANDIR.”” Yûsuf Suresi 4. Ve 5. Ayetler

“Yûsuf'un gömleği üstüne sahte bir kan çalmışlardı, getirdiler. Babaları dedi ki: "İş, söylediğiniz gibi değil. NEFİSLERİNİZ SİZİ ALDATIP BİR İŞE İTMİŞ. Artık bana düşen, güzelce sabretmek. Anlattıklarınıza karşı yalnız Müsteân olan Allah'tan yardım istenir."” Yusuf Suresi 18. ayet

“Ey insanlar, Allah'ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın. ŞU BİR GERÇEK Kİ, ŞEYTAN SİZİN İÇİN BİR DÜŞMANDIR. O HALDE SİZ DE ONU DÜŞMAN TUTUN. Hiç kuşkusuz, o kendi hizbini cehennem yâranından olmaları için çağırır durur.” Fatır Suresi 5 ve 6. Ayetler

 

 

“Otomatik düşüncelerinizin her zaman gerçeği söylemediklerini anlayın. Düşünceleriniz hakkında düşünmediğiniz sürece, onlar otomatiktir. AKLINIZA GELEN HER DÜŞÜNCEYE İNANMAK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ. Size faydası dokunuyor mu, yoksa size zarar mı veriyor, bunu anlamak için düşünceleriniz hakkında düşünmeniz önemlidir. Ne yazık ki DÜŞÜNCELERİNİZE HİÇ MEYDAN OKUMAZSANIZ, DOĞRUYMUŞ GİBİ HEPSİNE İNANIRSINIZ. Bu olumsuz düşünceler piknikteki karıncalar gibi zihninizi istila ederler. Piknikteki bir karınca gibi, OLUMSUZ TEK BİR DÜŞÜNCE önemli değildir. İki ya da üç olumsuz düşünce, piknikteki iki ya da üç karınca gibi sinir bozucu olmaya başlayabilir. On ya da yirmi olumsuz düşünceyse gerçekten probleme yol açar. Düşüncelerinizi değiştirmeyi öğrenmenin bir yolu, OLUMSUZ OLDUKLARINDA ONLARI FARK ETMEK ve ONLARA KARŞILIK VERMEKTİR. Olumsuz düşünceleri DÜZELTEBİLİRSENİZ, üzerinizdeki GÜÇLERİNİ YOK EDERSİNİZ. Olumsuz düşünceye MEYDAN OKUMADAN SADECE DÜŞÜNÜRSENİZ, ZİHNİNİZ ONA İNANIR ve BEDENİNİZ TEPKİ VERİR. Aklınıza gelen HER SAÇMA DÜŞÜNCEYE İNANMAMAYI ÖĞRENMEK, GEREKSİZ ACIYI BİTİREN KRİTİK BİR BECERİDİR. Otomatik olumsuz düşünceler(OOD’ler), NEREDEN GELDİKLERİ BELLİ OLMADAN beyninizde otomatik olarak ortaya çıkar. Meydan okunmadan SERBEST BIRAKILDIKLARINDA ısırır, kemirir, işkence ve zihninizi istila ederler. OOD’ler KONTROL EDİLMEDEN BIRAKILDIKLARINDA mutluluğunuzu çalar, kendinizi yaşlı, şişman, depresif ve güçsüz hissetmenize neden olurlar.” 

Psikiyatrist Daniel G. Amen - Beyninizi Değiştirin Hayatınız Değişsin


RABBİMİZDEN BÜYÜK UYARI yazısı için tıklayınız



11 Haziran 2022 Cumartesi

SANA KAÇ DİLEK LAZIM? - JUDİTH MALİKA LİBERMAN - CİN VE BALIKÇI - BİR MASAL İYİ GELİR KİTABINDAN…

“Mutluluk, insanın zaten sahip olduklarını arzulamaya devam etmesidir." Aurelius Augustinus



BELKİ DE TEK İHTİYACIMIZ, ELİMİZDEKİ YAŞAM KOŞULLARININ GÜZELLİĞİNİ FARK EDEBİLMEK…

Soğuk ve sessiz bir sabahtı.

Balıkçı, her gün balık avladığı küçük sandalıyla göle açıldı. O gün her zaman avlandığı yerde durmadı ama… İçinden bir ses ona, biraz daha uzağa giderse daha çok balık tutacağını söyledi; o da meraklanıp gitti.

Sonunda, daha önce hiç gitmediği bir yere vardı ve burada durması gerektiğini hissetti.

Ağları hazırlayıp ustaca bir hareketle suya savurdu. Ağ, havada açılıp suyun üstüne usulca düştü ve dibe doğru çöktü. İlk çektiği ağ bomboştu. Hemen ikinci defa savurdu ağı. Ne de olsa her gün üç kere atardı. İkinci defa ağını çektiğinde yine boş bulunca, korkmaya başladı. Bütün gücüyle üçüncü defa da attı ağını. Bu kez bir ağırlık hissetti ama.

Evet, bir şeyler takılmıştı ağa!

Çektiğinde, ağda balık yoktu ama mercan kaplı, paslı, metal bir şişe duruyordu içinde.

Bıçağını kullanarak şişenin mühürlenmiş kurşun kapağını açtı.

Şişe boştu. Omuzları düştü. Tam boş şişeyi göle geri sallayacaktı ki, içinden ince, beyaz bir duman yükseliverdi. Şişeyi burnuna götürüp kokladı, kokmuyordu da…

O anda sandalın arka tarafında bir ses duydu:

“Buyur! Dile benden ne dilersen. Kuralları biliyorsun; beni özgürleştirdin, üç dilek hakkın var.”

Balıkçı, korkuyla arkasına döndüğünde, sandalın yarısının saraylara layık pembe ipek minderlerle kaplanmış olduğunu gördü. Minderlerin üstünde, beyaz tenli, şiş göbekli birisi, elinde kocaman toz şekerli lokum tutmuş uzanıyordu.

Balıkçının gözleri fal taşı gibi açıldı ve adama bakakaldı. Derin bir nefes alıp silkelendi; sonuçta o da masallarda işitmişti, oluyordu böyle şeyler, bunu herkes bilirdi. Hatta hayatı boyunca gölde uzun saatler geçirip her gün her türlü konu hakkında uzun uzadıya düşünme fırsatı bulduğundan, gün gelir de böyle bir fırsatla karşılaşırsa neler dileyeceğini bile düşünmüştü.

İlk aklına gelen dilekler, altın, güzellik, kraliyetti ama elemişti hepsini. Yine de bunlardan daha iyi bir dilek de bulamamıştı işte. Bu yüzden ilk dileği, “Ey cin, bana ikinci ve üçüncü dileklerimi en doğru şekilde dilemeyi bilecek bir akıl vermeni isterim senden. Zihnim öyle berrak olsun ki, her alanda en iyi, en doğru kararı verebileyim oldu.

Göbekli cin başıyla onayladı balıkçıyı.

Oldu bile…diye cevap verdi. “Şimdi ne istersin?

Balıkçı gülümsedi:

“Teşekkür ederim” dedi. Başka bir dileğim olmayacak…

 

KOŞULLARI DEĞİL, BAKIŞINI DEĞİŞTİR:

Sana üç dilek hakkı verselerdi, neler dilerdin?

Toplum olarak hepimiz bereket, rahatlık, bağlantı, mutluluk, neşe ve huzur peşinde koşuyoruz. Bu hedeflere ulaşmak için bir şeylerin hep eksik olduğunu düşünüyoruz. Yapılacaklar listelerimiz, sonsuz uzunlukta... 

Belki de tek ihtiyacımız, elimizdeki yaşam koşullarının güzelliğini fark edebilmek

Tokluk, midede olduğu kadar zihinde de gelip geçici bir histir. ELDE ETTİKLERİMİZİ HAYATIMIZA TIKIŞTIRIYORUZ, SONRA ALIŞIP ONLARI GÖRMEZDEN GELİYORUZ. 

Bugün, yapılacakların değil, yaptıklarının listesini yap; alınacakların değil, elindekilerin listesini tut; istediklerini değil, şükranla kabul ettiklerini say.

KALBİNE BAKMA KÖŞESİ:

Yapamadıklarının değil, yapabildiklerinin listesini tut ve kendini kutla.

Kaynak: Judith Malika Liberman – “Bir masal iyi gelir” kitabından harika bir masal ve ardından “mesaj” ve “kalbine bakma köşesi” bölümleri…

 “Neşenizi çoğaltmak için, nimetlerinizi sayın.” J. B. Priestley

MASALIN ARDINDAN HUZUR VEREN BİR ŞİİR İYİ GİDER DİYORSANIZ BURAYA TIKLAYINIZ

HUZUR VEREN AYETLERİ TERCİH EDERSENİZ BURAYA TIKLAYINIZ

HARİKA ÖZLÜ SÖZLER, SİZİ SADECE BİR TIK İLERİDE BEKLİYORLAR :)

23 Ocak 2022 Pazar

KENDİ İYİLİĞİMİZ İÇİN İNSANLARLA NASIL İLETİŞİM KURALIM? - SEMİH UÇAR

 İLETİŞİME İLK ÖNCE SEN BAŞLA VE İLK GÜLEN SEN OL! 


Geçen sene yine Montenegro'daydık. Geleli 2 ay olmuştu. Almanya'dan arkadaşım bizi ziyarete geldi. Biraz dolaştık. Bir süre sonra arkadaşım dayanamadı sordu:

"Semih, sen ne yaptın bu insanlara?" dedi, "Genci yaşlısı, kadını erkeği, garsonu, baloncusu, sokak satıcısı herkes, seni gördü mü çok seviniyor, her şeyi bırakıp yanına geliyor. Sen bu insanlara ne yaptın?"

Hiçbir şey yapmamıştım. Ne yapayım? Ben o zaman henüz Sırpça konuşmadığım, onlar da çoğunlukla tek kelime dahi İngilizce bilmedikleri için konuşamamıştık bile.

Ama bir şey yaptım:

Onları her gördüğümde - ki 2 ay içinde hemen her gün önlerinden geçtim - sevgiyle gülümsedim.

O gün kendimi kötü hissetsem de gülümsedim, onlar gülümsemeseler de gülümsedim, bana kötü baksalar da gülümsedim, beni görmezden gelseler de gülümsedim.

Bir maske takıp gülümsemedim ama. Bir "esnaf" gülümsemesi değildi bu.

Onlara, onları ne kadar sevdiğimi göstererek gülümsedim.

Ve bir süre sonra, hepsi dönüştü.

Bu söylediğim kulağa inanılmaz geliyor ama öyle:

Bir süre sonra hepsi dönüştü.

Her gün yazdığım otelin barındaki uzun boylu ve kaba saba garson da dönüştü, sokakta kendi el örgülerini satan ve tek kelime İngilizce bilmeyen 70 yaşlarındaki Karadağlı kadın da.

Bir süre sonra hepsi bana, benim onlara yaklaştığım gibi sevgi ve sıcaklıkla yaklaşmaya başladı.

Sevgi her zaman yeniyor.

Toplum psikolojisini bilmem ama iki insan arasında sevgi dili her zaman galip geliyor.

Bu yüzden, günde en azından 10 kişiyle iletişime geçen birisi olarak herkese şunu tavsiye ediyorum:

İlişkilerinizde, insanlarla kurduğunuz iletişimde genel havayı her zaman siz belirleyin ve bu hava her zaman sevgi havası olsun.

Bir yere girdiğinizde ilk gülen ve selam veren siz olun.

Biriyle iletişime geçtiğiniz zaman sevgi dili kurma yönünde ilk hamleyi karşı taraftan beklemeyin.

Bu, özellikle kadınların çok yaptığı bir şey ve maalesef olumlu hiçbir sonucu yok, hiçbir getirisi yok.

Karşı taraftan bir şey beklemeden, sıcaklığınızı, sevginizi, güveninizi önce siz karşı tarafa iletin, bunu karşı tarafa önce siz hissettirin.

Hepsinden de önemlisi: Bir insanı sevmek için, onu sevmeyi beklemeyin. Onu ilk andan itibaren sevin.

Demek istediğimi anladınız mı?

Çoğu insandan, kendimi açmam için önce karşı tarafa alışmam, karşımdakini sevmem ve güvenmem gerek, sözünü duyuyorum.

Saçmalığın daniskası.

Bu anlayışla belki kendinizi koruduğunuzu düşünüyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz.

Bu şekilde tek yaptığınız, kendinizi pasifleştirmek.

İpleri karşınızdaki insanın, başkalarının eline vermek.

Kendinizi koruduğunuzu sanırken bu şekilde aslında kendinize en büyük kötülüğü yapıyorsunuz.

Tekrarlıyorum: Bir insanı sevmek için, onu sevmeyi beklemeyin. Onu ilk andan itibaren sevin.

Sevgi her zaman yeniyor çünkü.

Sevgi dili her zaman galip geliyor.

Semih Uçar - (Şimdilik 12 dil bilen bir Polyglot ve "dil öğrenme uzmanı" olan Semih Uçar'ın diğer yazılarına ulaşabilmeniz için: semihucar.net - - Instagram: @semihucardilkocu)

Yukarıda bir bölümünü aktardığım yazı, kitapvekuslar.com  sitesinde paylaşılmış...

11 Şubat 2021 Perşembe

ÜZÜLMEYE SON! - DON MİGUEL RUİZ - BEŞİNCİ ANLAŞMA KİTABINDAN - SİNEMA SALONU

KİMSE SİZİ ÜZMESİN, ÜZEMESİN DİYE, HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN... 

Hiç kimsenin yaptıkları ve söyledikleri bizi üzmesin isteriz öyle değil mi? İşte bu yazı, bunu çok güzel bir dille anlatıyor. 
Anlayıp hayatımıza uygulamak, hepimize nasip olsun inşallah... 

“Başkalarının yaptıklarını, düşündüklerini, ima ettiklerini ya da söylediklerini, kişisel algılamayın. Herkes kendi inanç sistemi içinde düşünür ve kendince yargılara varır. Dolayısıyla, insanların sizin hakkınızdaki düşünceleri, sizin şahsınızdan çok, kendileriyle ilgilidir.” Don Miguel Ruiz




İKİNCİ ANLAŞMA: HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN

Yüzlerce sinema salonu bulunan dev bir alışveriş merkezinde olduğunuzu hayal edin. Salonlardan bir tanesine sessizce giriyorsunuz. Bir kişi dışında salon bomboş. Sizi fark bile etmeyip tüm dikkatini filme vermiş olan o seyircinin yanına oturuyorsunuz. Ekrana bakıyorsunuz; o ne, sürpriz! Filmdeki tüm karakterleri tanıyorsunuz: anneniz, babanız, kardeşleriniz, aşkınız, çocuklarınız, arkadaşlarınız. Başrolde ise sizsiniz. Filmin yıldızı sizsiniz ve bu, sizin hayat hikâyeniz… Yanınızda oturan seyirci de, filmdeki oyununu izleyen sizsiniz.
Çok şaşırıyor ve sonra başka bir salona giriyorsunuz, orada da sadece tek bir seyirci var ve o da yanına oturduğunuzu fark etmiyor bile. Filmi izlemeye başlıyorsunuz, tüm karakterleri gene tanıyorsunuz ama bu sefer başrolde siz değil anneniz var. Siz ikinci rollerden birinde oynuyorsunuz ama filmdeki siz, size hiç benzemiyor. Bu, annenizin hayat hikâyesi ve tüm dikkatiyle filmi izleyen de o. Sonra, annenizin sizin filminizdeki anne karakteriyle aynı olmadığını görüyorsunuz. Bu onun kendisini algılama ve algılatma biçimi. Anneniz, herkesin algılamasını istediği şekilde yansıtıyor kendisini. Siz bunun sahici olmadığını biliyorsunuz, rol yapıyor o. Ama sonra bunun, onun kendisini algılama biçimi olduğunu fark etmeniz, sizde bir tür şok yaratıyor. Derken, sizin çehrenizi taşıyan kişinin, sizin filminizdeki insan olmadığını görüyorsunuz. Kendi kendinize, “A bu ben değilim!” diyorsunuz ama şimdi annenizin sizi nasıl algıladığını, sizinle ilgili inançlarını görebiliyorsunuz ve bunların sizin inançlarınızla alakası yok! Sonra babanızın karakterini, annenizin onu algıladığı şekliyle görüyorsunuz, onun da sizin algıladığınız babayla ilgisi yok, tamamen çarpıtılmış, tıpkı annenizin tüm diğer karakterleri algılaması gibi.
Bir sonraki sinema salonunda ise sevdiğiniz insanın filmi oynuyor. Şimdi de sevgilinin sizi algılama biçimini görebilirsiniz ve bu karakter sizin ve annenizin filmlerinde oynayanlardan tamamen farklı. Sevdiğiniz insanın çocuklarınızı, ailenizi, arkadaşlarınızı algılama biçimini görebiliyorsunuz. Sevgilinin kendisini yansıttığı hali, sizin sevgiliyi algıladığınız hal hiç değil.
Sonra kardeşlerinizin, çocuklarınızın, arkadaşlarınızın filmlerine de girip çıkıyorsunuz. Herkesin kendi filmindeki karakterleri çarpıttığını görüyorsunuz.
Tüm bu filmleri izledikten sonra kendi filminize geri döndüğünüzde, artık hiçbir şey inandırıcı gelmiyor. Hiç kimsenin sizi algılanmak istediğiniz biçimde algılamadığını fark ediyorsunuz. Çevrenizdekilerin, sizin filminizde olup biten tüm dramların farkında bile olmadıklarını görebiliyorsunuz. Besbelli, herkesin dikkati kendi filmine odaklanmış durumda. Karakterlerin tüm dikkati kendi filmlerine yoğunlaşmış ve yaşadıkları tek hakikat o.  
O anda sizin için her şey değişiyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil çünkü artık olup biteni anlamış durumdasınızİnsanlar kendi dünyalarında, kendi filmlerinde, kendi hikâyelerini yaşarlar.

Tüm inançlarının yatırımını o hikâyeye yapmışlardır ve o hikâye onlara göre gerçektir. Ancak görece bir gerçektir çünkü size göre gerçek, o değildir. Şimdi sizinle ilgili tüm görüşlerin, aslında size değil, onların filmlerindeki karaktere dair olduğunu görebilirsiniz. Sizin adınıza yargıladıkları, kendi yaratmış oldukları bir karakterdir. İnsanların hakkınızda düşündükleri ne varsa, aslında onlardaki siz imgesi üzerine kurulur; o imge siz değilsiniz.
Bu noktada, en çok sevdiklerinizin aslında sizi tanımadıkları ve sizin de onları tanımadığınız açıktır. Onlara dair tek bildiğiniz, onlarla ilgili inançlarınız. Ana babanızı, eşinizi, çocuklarınızı, arkadaşlarınızı çok iyi tanıdığınızı sanıyordunuz. Gerçek o ki, onların yaşamlarında olup bitenlerden, ne düşündüklerinden, ne hissettiklerinden, hayallerinden bihabersiniz.
Bu farkındalıkla, “Sevdiğim insan beni anlamıyor. Kimse beni anlamıyor.” demenin saçmalığını anlıyorsunuz. Oysa tüm yaşantınız boyunca başkalarının sizi gayet iyi tanıdığını varsaydınız ve onlar beklentilerinize göre davranmadıklarında, bunu kişisel algılayıp kızgınlıkla tepki verdiniz ve sözü, yok yere bir sürü dram ve uyuşmazlıkta kullandınız.
Şimdi, insanlar arasında neden bunca uyuşmazlık olduğunu anlamak daha kolay. Dünya, kendi düşünü gören, başkalarının kendi ÂLEMLERİNDE, kendi hayalleriyle yaşadığının farkında olmayan milyarlarca insanla dolu. Baş karakterin bakış açısından ki, bu onun yegane bakış açısı, her şey onunla ilgili. Yardımcı karakterler, onun bakış açısına uymayan bir şey söylediklerinde, kızarak konumunu savunmaya kalkışır. Yardımcı karakterlerin kendi istediği gibi olmasını arzu eder, eğer değillerse çok kırılır. HER ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAR. Bunu idrak edince, çözümü de anlamanız mümkün; çözüm son derece basit ve mantıklı: HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN.
Bu anlaşma size, hikâyenizdeki yardımcı karakterlerle etkileşiminizde bağışıklık kazandırır. Başkalarının bakış açısını kendinize dert edinmenize gerek kalmadı. Bir kez, başkalarının söylediklerinin ya da yaptıklarının sizinle ilgisi olmadığını görebildiğinizde, kimin hakkınızda dedikodu yaptığı, kimin sizi suçladığı, kimin dışladığı önemini kaybeder. Dedikodular sizi etkilemez olur. Kendi görüşünüzü savunmaya zahmet bile etmezsiniz.
Hiçbir şeyi kişisel algılamamak, kendi türünüzle etkileşiminizde güzel bir araçtır. Ayrıca, bireysel özgürlüğe alınmış bir bilettir de çünkü artık hayatınızı başkalarının fikirlerine göre yönetmek zorunda değilsiniz. İşte bu gerçek özgürlüktür.
Canınızın istediğini (yaptığınızın sizden başka kimseyi ilgilendirmeyeceğini bilerek) yaparsınız. Sizin hikayenizle ilgilenecek tek kişi, sadece sizsiniz. Bu farkındalık her şeyi değiştirir.
Tüm insanların kendi alemlerinde, kendi filmlerinde, kendi düşlerinde yaşadıklarını bir kez anladığınızda, ikinci anlaşma saf sağduyudur: HİÇBİR ŞEYİ KİŞİSEL ALGILAMAYIN.